ANADOLU YÖRÜKLERİNDE SOSYAL YAŞAM

ANADOLU YÖRÜKLERİNDE SOSYAL YAŞAM



Tanım:
            Türkiye'nin çeşitli yerlerindeki yörükler konu alınmıştır. Yörüklerde geleneklerden ve bu geleneklerin oluşturduğu genel yörük kişiliklerinden bahsedilmiştir.

Ana fikir:
            Yörüklerin eski Türk geleneklerine bağlı kalmayı başardıkları ve Orta Asya'dan izler taşıdıkları belirtilmiştir.

Yorum:
            Yörükler bölümlere ayrılarak ele alınmıştır. Her bölümde aralarındaki benzerlikler ve farklar ortaya atılmıştır. Konunun rahat anlaşılabilmesi için güzel bir yöntem. Eğer siz de yörükseniz kendi özelliklerinizi bu metinden öğrenebilirsiniz fakat hangi yörüklerden bilmiyorsanız bu yazı size pek de yardımcı olamayacaktır.

Yorumlayan: Smntsn
Yazar:
Şükrü Tekin KAPTAN
Kaynak: Uludağ Üniversitesi, Bursa Halk Kültürü, II. Bursa Halk Kültürü Sempozyumu Bildiri Kitabı ve metin sayfalarının altında belirtilen diğer kaynaklar.

Creative Commons Lisansı
Türkçe Ders Notları ve Ödevleri tüm içeriği by http://turkcedersnotlarim.blogspot.com/ is licensed under a Creative Commons Attribution-Gayriticari-ShareAlike 3.0 Unported License.
Bu lisansın kapsamı dışındaki izinler http://turkcedersnotlarim.blogspot.com/p/hakknda.html adresinde mevcut olabilir.
            

ATATÜRK VE BAZI EĞİTİM PROBLEMLERİ

ATATÜRK VE BAZI EĞİTİM PROBLEMLERİ



Tanım:
            Atatürk'ün üzerinde durduğu eğitim problemlerinden genel olarak bahsedilmektedir. Yazı daha çok O'nun öğretim program ve metodları üzerine tavsiyelerinden bahsetmekte ve genellemeler ile konuyu pekiştirmektedir.

Ana fikir:
            Cumhuriyet'in ilk yıllarından günümüze kadar eğitimde bazı aksaklıklar yaşanmaktadır. Özellikle müfredatların, teknik araç ve gereçlerin güncellenmesi gerekmekte ve gerekiyorsa dışarısı örnek alınmalıdır. Atatürk'ün bundan 80 yıl önceki önermelerinin hala geçerliliğini koruduğunu ve bunların hedeflerimiz arasında olması gerektiğini görüyoruz.

Yorum:
            Dönemin sorunlarına Atatürk'ün önermeleriyle güzel cevaplar ve çözümler getirilmiştir. Ayrıca günümüzü de etkileyen önermeler görülmekte.Özellikle ders programlarının güncelliğini koruması gerektiğinin ne kadar önemli olduğunu hepimiz biliyoruz. Özellikle ben eğitim ve öğretimde gerekli bir araç olarak bilgisayarın kullanılmasın gerekli olduğunu düşünüyorum. Görüyorum ki eski eğitimcilerin çoğu ya kendileri bilgisayar kullanmayı bilmediklerinden ve bunu dile getirmekten biraz çekindiklerinden ya da sebebini bilmediğim bir fikirlerinin oluşundan dolayı eğitim araç ve gereçlerinde bilgisayar kullanımına izin vermiyorlar. Bu davranış aynen yazıda belirtildiği şekilde Atatürk'ün önermelerine aykırı düşüyor.
            Yazıyı içinde bulunduğumuz bu dönem itibari ile yorumlarsak nitelikli eğitimcinin az olduğunu kolaylıkla görebiliriz ve lütfen bizden eğitim açısından ileride olan ülkeleri aynı Atatürk'ün önermesinde olduğu gibi örnek alalım.


Yorumlayan: Smntsn
Yazar:
Dr. A. Ferhan Oğuzkan
Kaynak: İlköğretim dergisi, No. 516 (Derlenmiş kaynak: Dr.A.Ferhat Oğuzkan, Eğitim Üzerine)
Ayrıca metin sayfalarının altında belirtilen diğer kaynaklar.
Creative Commons Lisansı
Türkçe Ders Notları ve Ödevleri tüm içeriği by http://turkcedersnotlarim.blogspot.com/ is licensed under a Creative Commons Attribution-Gayriticari-ShareAlike 3.0 Unported License.
Bu lisansın kapsamı dışındaki izinler http://turkcedersnotlarim.blogspot.com/p/hakknda.html adresinde mevcut olabilir.


            

BİLİŞİM ÇAĞI VE TÜRKÇENİN SORUNLARI

BİLİŞİM  ÇAĞI  VE  TÜRKÇENİN SORUNLARI
Prof. Dr. Şükrü Halûk Akalın

İnsanoğlu 1969’da Ay’a ilk adımını attığında önümüzdeki çağın uzay çağı olacağı ileri sürülmüştü. Çok iyi hatırlıyorum, o günlerde uzay ile ilgili çeşitli haberler gazetelerde yayımlanıyordu. Haberlerde insanlığın gelecekle ilgili uygarlık düşleri de yer alıyordu. Bu haberlere göre 2000 yılında insanlar tatillerini geçirmek üzere artık aya gidecekti, uzayda çeşitli üsler kurulacak, ayda bitki yetiştirilecekti. Evlerde her şey otomatik olacak, her işi robotlar yapacaktı, elektronik beyin (o günlerde bilgisayar terimi henüz kullanılmıyordu, bilgisayarlar da zaten bu kadar yaygın değildi.) insanın yerine düşünecek, çözümler üretecekti. Yine o günlerde gazetelerde bir devlet dairesine alınan elektronik beyin ile ilgili haberler yer alıyordu. Bir gazetede bu haber bir karikatürle birlikte yayımlanmıştı. Haberde bundan sonra devlet dairelerinde vatandaşın her işini elektronik beyinlerin halledeceği belirtiliyordu. Bu haberin yanındaki karikatürde ise kasketli, şalvarlı bir vatandaş elindeki dilekçeyi buzdolabı büyüklüğündeki makineye uzatıyordu. Elektronik beyinden ise şöyle bir ses geliyordu: “Bu gün git, yarın gel !”

İnsanoğlu 1969’da Ay’a ilk adımını attığında önümüzdeki çağın uzay çağı olacağı ileri sürülmüştü. Çok iyi hatırlıyorum, o günlerde uzay ile ilgili çeşitli haberler gazetelerde yayımlanıyordu. Haberlerde insanlığın gelecekle ilgili uygarlık düşleri de yer alıyordu. Bu haberlere göre 2000 yılında insanlar tatillerini geçirmek üzere artık aya gidecekti, uzayda çeşitli üsler kurulacak, ayda bitki yetiştirilecekti. Evlerde her şey otomatik olacak, her işi robotlar yapacaktı, elektronik beyin (o günlerde bilgisayar terimi henüz kullanılmıyordu, bilgisayarlar da zaten bu kadar yaygın değildi.) insanın yerine düşünecek, çözümler üretecekti. Yine o günlerde gazetelerde bir devlet dairesine alınan elektronik beyin ile ilgili haberler yer alıyordu. Bir gazetede bu haber bir karikatürle birlikte yayımlanmıştı. Haberde bundan sonra devlet dairelerinde vatandaşın her işini elektronik beyinlerin halledeceği belirtiliyordu. Bu haberin yanındaki karikatürde ise kasketli, şalvarlı bir vatandaş elindeki dilekçeyi buzdolabı büyüklüğündeki makineye uzatıyordu. Elektronik beyinden ise şöyle bir ses geliyordu: “Bu gün git, yarın gel !”

O günlerde 2000 yılıyla ilgili tahminlerden hangilerinin tuttuğunu bugün gördük. İnsanoğlunun uzay macerası bugün halâ devam ediyor, ama Ay’da tatil, uzayda balayı, Ay’da tarım, Merih’te futbol maçı gibi fantezilerin gerçekleşmesi için daha uzun yıllara ihtiyacımız var.  Evlerimizde robotlar da iş görmüyor henüz. Bu robotların öncüleri olan mutfak robotları, elektrik süpürgeleri, otomatik çamaşır ve bulaşık makineleri ise gelişerek yaygınlaşıyor. Elektronik beyinlerle yani bilgisayarla ilgili tahminler ise beklenenin çok çok ötesinde gerçekleşti. Bilgisayarların bu kadar yaygınlaşacağı, evlere, okullara, kahvehanelere ve kafelere, hatta lahmacunculara gireceği, o yıllarda asla tahmin edilmiyordu. Çünkü o yıllarda bilgisayarlar dörde dört oda büyüklüğündeydi, muazzam elektrik harcıyorlardı ve müthiş bir ısı yayıyorlardı. Tabiî ekonomik değillerdi. O yıllarda internet hayal bile edilemiyordu. İnternetin atası olan ve askerî haberleşme amacıyla kullanılan ARPANET’in temeli de 1969’da atılmıştı. 

Neden diğer tahminler, fanteziler gerçekleşmedi de bilgisayar teknolojisi tahminlerin ötesinde bir gelişme gösterdi ? Elbette bunun birkaç sebebi var, ama bence en önemli sebep şu: insanoğlu bilginin önemini bir kere daha kavradı. Bilimde ve teknolojide bugün ulaşılan nokta insanoğlunun düşlerini ve fantezilerini gerçekleştirmeye henüz yeterli değil. Daha pek çok bilinmeyen bizi bekliyor. Geçen zaman içerisinde insanı uzayın derinliklerine ulaştıracak tek şeyin bilgi olduğu anlaşıldı. Her şeyin temelinde bilgi vardı. Gelişen teknoloji ile insanoğlunun sahip olduğu bilgi sürekli olarak artıyordu. İnsanlık tarihi göz önüne alındığında  daha önce bilimde yüzyıllar süren gelişmeler artık birkaç yılda yaşanmaktaydı. Bu nedenle yaşadığımız dönem artık uzay çağı değil, bilgi çağı olarak adlandırılmaya başlandı. Bilgi çağının ana ürünü ise hiç şüphesiz bilgisayar oldu.

Bilimdeki gelişme her alanda olduğu gibi iletişim alanında da büyük bir gelişmeye yol açmıştı. Gelişen iletişim araçları, bilgiye ulaşmadaki zorlukları ortadan kaldırdı. Bilgisayar ve iletişim teknolojisindeki gelişmeler bu iki sektörü önce birbirine yaklaştırdı, sonra da bilgi ve iletişimin birlikteliği ile bilişim terimi gündeme geldi. Bilgisayar ve iletişim teknolojileri bütünleşmeye başladı. İş yerimizdeki, okulumuzdaki,  evimizdeki, bilgisayarlar kablo ile birbirine bağlanmaya başladı. Askerî amaçla kullanılan ağ, genelleşti ve internetin omurgası ortaya çıktı. Bilgisayarlar böylece iletişim aracı özelliğini de kazandı. Ancak bu iletişim aracı, asla basit bir iletişim aracı değildir. Telefonun, belgegeçerin (facsimile>fax), telgrafın işlevlerini gören, veri aktarımında kullanılabilen, görüntülü konuşmayı (video conference) gerçekleştirebilen, sizin yerinize telefon açabilen, hatta telefonlara cevap verebilen, randevularınızı düzenleyebilen, veri bankası olarak kullanılabilen, görüntü ve ses alıcısı-vericisi olabilen  araç haline geldi bilgisayar. Bunlar, şu anda aklıma gelenler. Bildiğiniz gibi bilgisayarın başka pek çok marifeti var ve yakın gelecekte bunlara yenileri eklenecek.

Bilgisayar teknolojisindeki bu gelişme diğer sektörleri ürküttü. Çünkü bilgisayar önüne gelen teknolojiyi yiyor, yutuyor kendi bünyesine dahil ediyordu. Bilgisayarın bu atağı diğer sektörlerde anlayış değişikliğine yol açtı. Bilgisayarların televizyonlaşmasına karşılık televizyonlar bilgisayarlaşmaya başladı. İnternet televizyonu bunun sonucudur. Telefonlar bilgisayarlaştı. KUP (Kablosuz Uygulama Protokolü: WAP) işte bu rekabetin sonucudur.

       Bu gelişmeler olurken dilimize de bir şeyler oluyordu. Hiç duymadığımız sözcükler, terimler dilimize yerleşmeye başladı. Çünkü bilişim teknolojisinde biz üretici değil kullanıcıydık, tüketiciydik. Teknolojiyi icat eden, üreten terimlerini de kendi diliyle karşılıyordu. Bu teknolojiyi alan diğer milletler de  bilgi alıntısı olarak bu terimleri, sözcükleri de ister istemez dillerine alıyorlardı. Her bilim dalının, her teknolojinin kendi özel terimleri vardır. Doğal olanı, her dilde bu terimlerin karşılıklarının olmasıdır. Ancak bilişim teknolojisinin kendisine özgü bir özelliği var: Bilişim teknolojisi bir maden mühendisliği gibi, otomotiv gibi sınırlı bir topluluğu ilgilendirmiyor. Bilişim teknolojisi toplumun her kesimini ilgilendiriyor. Beş yaşındaki çocuktan, üniversite öğrencisine, esnaftan öğretmene, hatta bir internet kuruluşunun reklâmında gördüğümüz gibi kokoreççi ile kestaneciye kadar herkes bilişim teknolojisini kıyısından köşesinden kullanıyor. Durum böyle olunca da bilişim teknolojisinin terimleri diğer teknik terimlerden daha çabuk, daha yaygın bir şekilde dilimize yerleşiyor. Düşününüz, reklâmdaki kestaneciye disgonnekt sözcüğünü bile öğretiyor bu teknoloji. “Yapma yahu !” şeklindeki hayret sözü reklâmda karşımıza “Wapma yahu !” olarak çıkıyor.

          Bilişim teknolojisinin bu kadar geliştiğini (bu gelişmenin sonunun olmadığını da söyleyeyim) ve etkili olduğunu göz önüne aldığımızda, Türkçeyi bilişim çağında hangi tehlikeler bekliyor, bilişim çağı Türkçesi nasıl olacak, İngilizceleşmiş bir Türkçeyle mi konuşacağız yoksa Türkçeyi bırakıp hepimiz İngilizce mi konuşacağız soruları, aklı başında her Türk aydınını düşündürüyor, kaygılandırıyor.

         Gelecekte İngilizcenin bütün insanlığın dili olacağı şeklinde tahminlerde bulunanlar var. Teknolojideki gelişmeye ve İngilizcenin en yaygın yabancı dil olma özelliğine bakarak bir süre sonra bütün dillerin yerini İngilizcenin alacağını savunanlar ülkemizde de mevcut.  İngilizce en yaygın yabancı dildir, farklı uluslardan insanların birbiriyle anlaşma ve iletişim kurma dilidir. Bütün bunlar doğru. Ama dünyadaki 6 milyar insanın tamamının tek bir dili konuşacağını düşünmek bugün için de yakın gelecek için de hatta uzak gelecek için de kolay bir şey değildir. İnternetin yaygınlaşmasıyla İngilizcenin hakimiyetinin artacağı söyleniyordu, bu hiç de sanıldığı kadar bir hakimiyet şeklini almadı. Şu anda internette her dilden ağ kümesi (web site) ve ağ sayfası (web page) var. İnternette Türkçe ağ kümeleri ve sayfaları arzu edilen düzeyde değilse de giderek yaygınlaşıyor.

         Bilgisayar programlarına gelince dünyaca ünlü bilgisayar firmaları ürettikleri programın daha fazla kişi tarafından satın alınması için programlarını pek çok dilde üretiyorlar. Şu anda en yaygın işletim sistemi olma ününü koruyan Windows, bildiğim kadarıyla 33 dilde üretiliyor. Microsoft yerelleştirme adını verdiği bu uygulamayla dünyadaki bütün bilgisayar kullanıcılarına hitap etmeye çalışıyor.  Bilgisayarın ve internetin yaygınlaşması İngilizcenin diğer diller üzerinde bir hakimiyet kurmasını değil diğer dillerin bu teknolojide önem kazanmasını sağlıyor. Şu anda bilgisayar ortamında çeviri üzerinde çalışan çeşitli firmalar var. Benim de Türkçe konusunda danışmanlığını yaptığım Rusya’daki bir kuruluş, bilgisayarda pek çok dili birbirine çevirebilen harika bir program üzerinde çalışıyor. Program epey mesafe aldı ve yapılan denemeler, sonucun başarılı olacağını gösteriyor. Gerçi şu anda bilgisayarlar için çeviri programları var ama bunlar daha çok İngilizceden bir başka dile (ki bu da birkaç dille sınırlı) çeviri yapabiliyorlar. İnternet üzerinde de bazı programlar var, bunlar da bahsettiğim bilgisayar programlarından farksız. Dünyada başka firmalar da benzer çeviri programları üzerinde çalışıyorlar. Bütün bunlar bilgisayar ve internet ortamında diğer dillerin varlığını daha da güçlendireceğini gösteriyor. Şu halde gelecekte İngilizce bilişim sektöründe tek dil haline gelecek sözü bana pek de doğru görünmüyor. İngilizceyi veya bir başka dili, yabancı dil öğrenmek için öğrenmek gerekir. Yabancı dille eğitimin, yabancı dille öğretimin sömürgelerde bile yavaş yavaş kalktığı günümüzde bizde halâ bunda ısrar edilmesi gibi İngilizce bilgisayarda ve internette tek dildir demek cahillikten başka bir şey değildir.

         Bilgisayar ve internet terimlerinin İngilizceden dilimize olduğu gibi girmesi, Türkçenin son yıllarda yaşadığı sorunun bir başka boyutudur. Dilimize yabancı dillerden, özellikle de İngilizceden, yoğun bir sözcük ve terim akışı olduğu bilinen bir gerçek. Bu akış, Türkçeyi söz varlığının yanı sıra ses bilgisi, şekil bilgisi ve söz dizimi özellikleri açısından da kötü olarak etkiledi.  Bilgisayar teknolojisi alanında çalışanlar, gönüllü kuruluşlar Türkçe konusunda çok büyük bir duyarlılık göstererek terimlere Türkçe karşılıklar bulmuşlardı. Bu konuda Türkiye Bilişim Derneğinin çalışmalarını takdirle karşılamak gerekir. Bugün kullandığımız bilgisayar, yazılım, donanım, bellek, yazıcı, sürüm gibi Türkçe kökenli terimler işte bu çabaların sonucunda dilimize kazandırıldı. Bu terimler bilişim dünyasında tartışılmıştı. Zamanla önerilen karşılığın yerine İngilizceden girip Türkçeleşen terimler de kullanılır oldu. Buna en iyi örnek Microsoft ürünlerindeki Yazı Tipi Biçemi’dir. Gelen eleştiriler üzerine Microsoft yeni sürümlerde bunu Yazı Tipi Stili’ne çevirmiştir. 

           Bilgisayar ve iletişim teknolojilerinin son derece hızlı gelişmesi, teknolojiye her geçen gün yüzlerce yeni terim eklenmesi karşısında bu çabalar ne yazık ki etkili olmamağa başladı. Karşılık bulunması gereken terim sayısı artık binlerle ifade ediliyordu. Bir terime karşılık bulmak, onu benimsemek, yayılmasını sağlamak aylar, yıllar alırken İngilizce bir terim elini kolunu sallayarak Türkçeye giriyor ve pek çok kişi bu durumu yadırgamıyor, yabancı kökenli terimi olduğu gibi kabul ediyordu. 

          Türk Dil Kurumu da bilgisayar terimlerindeki bu durumu göz önüne alarak Yabancı Kaynaklı Sözcüklere Karşılıklar Komisyonu çalışması içerisine bilgisayar terimlerini de aldı. Karşılıklar önerdi. Ancak bu karşılıkların benimsenmesi zaman alacak. Bunlardan kullanılmağa başlananlar var. Meselâ elmek terimini internette benim yöneticisi olduğum Türkoloji Haberleşme Grubunda (http://www.egroups.com/group/turkoloji) uzun süre tartıştık, sonuçta grubun pek çok üyesi bu sözü benimsedi. Benimsemeyenler de var, ama zaman terimlerin kaderini belirleyecek. Bu konuda Türk Dil Kurumunun desteği ile yürüttüğümüz Bilgisayar Terimleri Sözlüğü projesi henüz başladı. Üniversitelerimizdeki bilgisayar bölümlerinden, Türk Dili ve Edebiyatı, İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümlerinden öğretim üyelerinin ve bilgisayar uzmanlarının oluşturduğu çalışma grubu içerisinde bilgisayar terimleri tartışılmakta, Türkçe karşılıklar önerilmektedir. Önerilen karşılıklar yakın zaman içerisinde internette kamu oyuna duyurulacak ve kamu oyunun düşünceleri alınacaktır. Geniş katılımlı bu çalışmayla mesafe alacağımıza inanıyorum. Türk Dil Kurumu üzerine düşen görevi yerine getirmeğe çalışıyor. Bu çalışmaların başarıya ulaşması, toplumun bu konuda duyarlı davranmasına ve önerilen karşılıkları benimsemesine bağlıdır. 

           Bu konuda eleştiri aldığımız da oluyor. Kimileri bilgisayar terimlerinin Türkçe karşılık bulunmasını, hatta programların Türkçe olmasını eleştiriyor. Terimlerin evrensel olduğu, değiştirilmemesi gerektiği söyleniyor. Önerilen terimler alaya alınıyor. Evet, yerleşmiş yaygınlaşmış yabancı terimlere karşılık bulmak zor olmaktadır. Ama hiçbir şey yapmadan oturup bekleyelim mi ? Bilgi ve iletişim gibi son derece önemli konularda İngilizce terimleri mi kullanalım ? O zaman sormak gerekmez mi bu nasıl iletişim, bu nasıl bilgi iletişimi diye ? Şimdi hepimiz bilgisayar terimini kullanıyoruz. Eğer bu konuya duyarlı bilgisayarcılar olmasaydı ve bu terimi türetmeselerdi ben eminim bugün hepimiz computer terimini kullanacaktık. Tabiî kimimiz kampuytr, kimimiz komputer, kimimiz de computer diyecektik. Ve birileri computer için bir karşılık türetmeğe çalışınca da yine bilinen çevreler «Canım, ne gerek var şimdi computer’a karşılık aramaya. Evrensel bir sözcük işte.» diyerek karşı çıkacaklardı. Oysa bakın herkes bilgisayar terimini kullanıyor. Şimdi kimse bu terimi oluşturan sözcüklerin gerçek anlamını düşünerek, «Bu alet bilgi saymıyor öyleyse bu terim uygun değil!» demiyor. Şu halde ciddî olarak bu işin üzerine eğilirseniz, duyarlı davranırsanız, Türkçenin yapısına uygun terim üretirseniz, toplum da benimserse dilin söz varlığına yeni terimler, yeni sözcükler katılabilir.

           Web’in sözlükte 11 anlamı var. 1. Dokuma, dokunmuş kumaş. 2. Örümcek ağı. 3. Ağ gibi karışık şey. 4. Kuşların parmakları arasındaki zar, perde. 5. Kuş tüyünün yumuşak kısmı. 6. Bağlantı levhası. 7. Örs boğazı. 8. Tomar, kâğıt rulosu. 9. Halı saçağı. 10. Giz, sır. 11. Haberleşme ağı, muhabere şebekesi. (Hâmit Atalay, İngilizce-Türkçe Sözlük, TDK yayını, Ankara, 1999, s.3635) 

           Ancak web karşılığında ağ deyince, «Ne ağı ? Balıkçı ağı mı, örümcek ağı mı ?» diye sözlerle karşılaşıyorsunuz. Oysa bilgisayardan, internetten bahsederken bir İngilizin veya bir Amerikalının aklına on bir anlamdan haberleşme ağı anlamı geliyor.  Meselâ ben internetteki sayfalarım için web site demiyorum ağ kümem diyorum.  Bu terim de giderek yaygınlaşıyor. Eğer sayfamızı hem Türkçe hem İngilizce hazırlıyorsak web site terimini Türkçe sayfamızda niye kullanalım ?  İngilizce terimleri İngilizce sayfalarda kullanalım, Türkçe sayfalarda ise Türkçe terimleri kullanalım. Çünkü bu sayfaları Türkler okuyacak.

Zaman zaman internetteki söyleşi (chat) programlarını izliyorum. Buralarda kullanılan dilin özel radyo ve televizyonlarda kullanılan dile rahmet okuttuğunu da belirtmem gerekir. İnternette zaman önemli olduğu için söyleşide kısaltmalar yaygın olarak kullanılıyor. Bu dünyanın her yerinde böyle. Hatta Amerika’da söyleşide kullanılan kısaltmalar ve işaretler sözlüğü bile yayımlandı.  Beni asıl üzen kaba dil kullanılması, ana dili Türkçe olan gençlerin birbiriyle İngilizce yazışması, Türkçe yazışmalarda ise yabancı kökenli sözcüklerin çok sık kullanılması. 

Genç kuşak ana diline sahip çıkmalı, Türkçemiz konusunda duyarlı davranmalı, dilimizi bozanları uyarmalı. Bizim yaptığımız bu çalışmalar, genç kuşakların ana diline sahip çıkmasıyla başarıya ulaşacaktır.

Sözlerimi bir kızılderili şefin dünya için söylediklerini Türkçemize uyarlayarak bitireceğim:

BİZ BU DİLİMİZİ ATALARIMIZDAN MİRAS ALMADIK, GELECEK KUŞAKLARDAN ÖDÜNÇ ALDIK...

          Hep birlikte Türkçemize sahip çıkalım, bilişim çağında gelecek kuşaklara Türk’e yakışır bir Türkçe bırakalım.

Creative Commons Lisansı
Türkçe Ders Notları ve Ödevleri tüm içeriği by http://turkcedersnotlarim.blogspot.com/ is licensed under a Creative Commons Attribution-Gayriticari-ShareAlike 3.0 Unported License.
Bu lisansın kapsamı dışındaki izinler http://turkcedersnotlarim.blogspot.com/p/hakknda.html adresinde mevcut olabilir.


BİLİŞİM ÇAĞI VE TÜRKÇE'NİN SORUNLARI

BİLİŞİM ÇAĞI VE TÜRKÇE'NİN SORUNLARI



Tanım:
            2000'li yıllardan bu yana (bazıları için 1985 de olabilir) hayatımıza giren bilgisayar isimli cihazla ile beraber Türkçe'de yaşanan problemler dile getirilmektedir.
            İnsanlar web, net, computer (komputer) gibi okunuşlara yabancıdırlar fakat çabuk benimsemişlerdir. Türkçemizde yeri olmayan bu yabancı kelimeler ise Türkçe karşılıkları ile değiştirilmeye çalışılmıştır ve bazen tepkiler almıştır. Geçmişte tepkiler almasına rağmen sonrasında “computer” yerine “bilgisayar” terimi kullanılmaya başlamıştır.

Ana fikir:
            Terimler evrenseldir fakat yabancı terimlerle Türkçemizi bozmayalım. Türkçesi varken... 

Yorum:
            Bilişim çağında dilimize giren yabancı kelimeler ve bunlara karşılık olarak sunulan Türkçe çevirilerilerinin sunulduğu bu yazı içerik bakımından yeterlidir. Verdiği örnek kelimeler “web” > “genel ağ” ... gibi kısıtlı olsa da amacın bilişim terimlerinin Türkçe karşılıklarını öğretmek değil, kullandırmak olduğu göz önünde bulundurulmalıdır. Gerçekten dünyamıza iyice girmiş olan bilgisayarlar, telefonlar ve internet, dilimize hasarlar vermektedir. Konu içerisinde cep telefonları ile gönderilen kısa mesajların yazım bozukluklarına neden olduğu da örnek olarak verilseydi daha güzel olabilirdi.

Yorumlayan: Smntsn
Yazar:
Prof. Dr. Şükrü Halûk Akalın
Kaynak: ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ TÜRKOLOJİ ARAŞTIRMALARI MERKEZİ
Ayrıca metin sayfalarının altında belirtilen diğer kaynaklar.
Creative Commons Lisansı
Türkçe Ders Notları ve Ödevleri tüm içeriği by http://turkcedersnotlarim.blogspot.com/ is licensed under a Creative Commons Attribution-Gayriticari-ShareAlike 3.0 Unported License.
Bu lisansın kapsamı dışındaki izinler http://turkcedersnotlarim.blogspot.com/p/hakknda.html adresinde mevcut olabilir.


            

AHİLİK VE BURSA ÇARŞISI

AHİLİK VE BURSA ÇARŞISI    



Tanım:
            Osmanlı İmparatorluğu zamanında Bursa'nın ticaret açısından dünyadaki yeri ve öneminden bahsedilmiştir. Bursa, hem ipek ticaretinin yapıldğı hem de çeşitli baharatların, elbiselerin, eşyaların satıldığı dünya ticaret merkezi olarak tanımlanmıştır. Çin'den Avrupa'ya kadar her türlü ticaretin merkezi olduğu bildirilmiştir.

Ana fikir:
            Osmanlı zamanında Bursa'nın emporium (dünya ticaret merkezi) haline gelmesindeki etkenler sıralanmış ve geçiş ürünlerinin merkezi olmasının yanı sıra, kendi ürünlerini de oluşturup dünya pazarına sunması dile getirilmiştir. Ahiliğin Bursa çarşı ve esnafları için önemli olduğu, dünya merkezli bir ticaret bölgesi olmasında da katkılarının büyük olduğu bildirilmektedir.

Yorum:
            Memeleketim yani Bursa, o eski havasını günümüzde de yaşatmaktadır. Gerek dünyaca ünlü Kapalı Çarşı'sı ile olsun gerekse Ulu Cami'si ile olsun her bakışta Osmanlı İmparatorluğu'nun izlerini görebilmekteyiz. Yazıyı okurken o hanları, hamamları, özellikle Koza Han'ı gözünüzde canladırabilmeniz pek de zor değil. Hala renk renk, çeşit çeşit ipekli ürünlerin satıldığı Kapalı Çarşı ve her tarafı saran güzel kokusuyla insanın aklını çelen salebi ile sizi o dönemde yaşıyormuşsunuz gibi içine çeken Koza Han mutlaka görülmesi, yaşanılması gereken bir yer. Yazı bu kadar derin olmasa bile yine de yazıda ara ara bazı görgü tanıklarının somut ifadelerine yer verilmesi güzel.

Yorumlayan: Smntsn
Yazar:
Özlem KÖPRÜLÜ BAĞBANCI
Kaynak: Uludağ Üniversitesi, Bursa Halk Kültürü, II. Bursa Halk Kültürü Sempozyumu Bildiri Kitabı ve metin sayfalarının altında belirtilen diğer kaynaklar.
Creative Commons Lisansı
Türkçe Ders Notları ve Ödevleri tüm içeriği by http://turkcedersnotlarim.blogspot.com/ is licensed under a Creative Commons Attribution-Gayriticari-ShareAlike 3.0 Unported License.
Bu lisansın kapsamı dışındaki izinler http://turkcedersnotlarim.blogspot.com/p/hakknda.html adresinde mevcut olabilir.

            

BÜYÜK EĞİTİM PROBLEMLERİMİZ

BÜYÜK EĞİTİM PROBLEMLERİMİZ



Tanım:
            1960 Türkiyesi'nin eğitim problemleri sıralanmaktadır. Eğitim kurumlarının arttırılması, istenilen kalitenin yakalanması ve bu eğitim kurumlarına nitelikli eleman yetiştirilmesi için devletin yapması gereken şeyler olduğu belirtilmektedir.

Ana fikir:
            Türkiye'nin eğitim problemleri vardır ve imkanlar elverişli olmasa bile çeşitli çalışmalar ile bunlar giderilebilir. Öncelikle demokrasiyi çoçukluktan kavratacak bireyleri yetiştirmek gereklidir. Demokrasi bilinci ile büyüyen çocukların kuracakları gelecek daha parlak ve sonuçları daha mükemmel olacaktır.

Yorum:
            Türkiye'nin 60'lı yıllarındaki eğitim sorunlarını görmekteyiz. Yazar o kadar yerinde ve güzel genellemeler yapmıştır ki bugün için bile aynıları geçerlidir.
Yorumlayan: Smntsn
Yazar: Dr. A. Ferhan Oğuzkan
Kaynak: Pedagoji dergisi, No. 1
Ayrıca metin sayfalarının altında belirtilen diğer kaynaklar.

Creative Commons Lisansı
Türkçe Ders Notları ve Ödevleri tüm içeriği by http://turkcedersnotlarim.blogspot.com/ is licensed under a Creative Commons Attribution-Gayriticari-ShareAlike 3.0 Unported License.
Bu lisansın kapsamı dışındaki izinler http://turkcedersnotlarim.blogspot.com/p/hakknda.html adresinde mevcut olabilir.
            

CADDE VE SOKAK ADLARININ YAZIMI ÜZERİNE

CADDE VE SOKAK ADLARININ YAZIMI ÜZERİNE



Tanım:
            Sokaklarda, caddelerde yabancı isimlerden oluşan tabelaların yanlış yazıldığını hiç farkettiniz mi? Daha da kötüsü Türkiye'ye büyük faydalar sağlamış insanların isimleri bile bu tabelalarda yanlış kullanılmakta.

Ana fikir:
            Sokak, cadde isimleri ve tabelalada dilimizin eski alışkanlıklarını bir kenara bırakmalıyız ve bunların anlatmak istedikleri neyse, onu vermelerini sağlamalıyız.“De gol” şeklinde yazan bir cadde ismi ne kadar anlamsız değil mi? Peki “Charles de Gaulle” yazsa, yaşatması gereken kişiyi asıl şimdi yaşatıyor olmaz mı? Sayın Prof. Dr. Hasan Eren böyle olması gerektiğini savunmaktadır.

Yorum:
            Dilimizin sokak, cadde isimlerinde yanlış kullanımı ve dildeki eski alışkanlıklardan ötürü yaptığımız hatalarımızı gösteren yazar; verdiği örnekler ile hem TDK yazım kılavuzu'na uygunluğun sağlanması gerektiğini vurgulamış hem de  yabancı isimlerin olduğu gibi yazılmaması halinde, o kişiyi yaşatamayacağını göstermiştir. Yazarın verdiği örnekler son derece sade vefaydalıdır.

Yorumlayan: Smntsn
Yazar: Prof. Dr. Hasan Eren
Kaynak: Ege Üniversitesi, Ege Üniversitesi Kütüphane Yayınları.
Ayrıca metin sayfalarının altında belirtilen diğer kaynaklar.
Creative Commons Lisansı
Türkçe Ders Notları ve Ödevleri tüm içeriği by http://turkcedersnotlarim.blogspot.com/ is licensed under a Creative Commons Attribution-Gayriticari-ShareAlike 3.0 Unported License.
Bu lisansın kapsamı dışındaki izinler http://turkcedersnotlarim.blogspot.com/p/hakknda.html adresinde mevcut olabilir.

            

GÜZEL KONUŞMAYA DAİR

GÜZEL KONUŞMAYA DAİR



Tanım:
            Konuşmanın toplumsal önemi anlatmakla bitirilemez. Güzel konuşma ve üslup ise konuşmanın olmazsa olmazlarıdır.

Ana fikir:
            Herkes -eğer doğuştan bir engeli yok ise- konuşmayı bilir fakat güzel konuşmayı bilebilir mi? Belki bilemez fakat öğrenebilir. Konuşma üslubumuzun önemi vurgulanmıştır.

Yorum:
            İnsan kendini ifade edebilmek için konuşur ve nasıl konuşuyorsa -ne anlattığı önemli değil- öyle tanınır. Bu nedenle konuşma üslubuna dikkat çeken yazar, çeşitli örnekler vermemiş olsa da konuşmanın nasıl yapıldığının, kişi hakkında oluşacak fikirlere yol açmasından yeterli oranda bahsetmiştir.

Yorumlayan: Smntsn
Yazar: Dr. A. Ferhan Oğuzkan
Kaynak: Pedagoji dergisi, No. 3, Nisan 1962
Ayrıca metin sayfalarının altında belirtilen diğer kaynaklar.
Creative Commons Lisansı
Türkçe Ders Notları ve Ödevleri tüm içeriği by http://turkcedersnotlarim.blogspot.com/ is licensed under a Creative Commons Attribution-Gayriticari-ShareAlike 3.0 Unported License.
Bu lisansın kapsamı dışındaki izinler http://turkcedersnotlarim.blogspot.com/p/hakknda.html adresinde mevcut olabilir.

            

19. YÜZYIL SONU – 20. YÜZYIL BAŞI İZNİK YÖRESİ İŞLEMELERİNDE KULLANILAN TEKNİKLER ve MOTİFLER

19. YÜZYIL SONU – 20. YÜZYIL BAŞI İZNİK YÖRESİ İŞLEMELERİNDE KULLANILAN TEKNİKLER ve MOTİFLER



Tanım:
            Bursanın 15.000 nüfuslu şirin bir ilçesi olan İznik'te ipek böcekçiliği, ipek ile yapılan işlemeler ve çeşitli motiflerden bahsedilmektedir.Selçuklulardan Osmanlı Dönemi'ne ve zamanımıza kadar uzanan şekilde İznik yöresinin işleme teknikleri ve motifleri ne gibi değişimlere uğramıştır ve halkın kültüründeki değişikliğin bu uğraşa etkisi nasıldır sorusuna bu bildiriden kolayca cevap alabiliyoruz.

Ana fikir:
            İznik'te Selçuklulara kadar uzanan güçlü Türk kültürünün, burada yaşayan insanların duygusallıklarının motifler ve işlemelerdeki etkisi konunun ana fikridir.

Yorum:
            Bir İznikli olmama rağmen bu kadar çok şeyi yaptığımızı bilmediğimi kabul etmeliyim. Yazıyı genel olarak ele aldığımda benim için oldukça faydalı bilgiler sağladığını gördüm fakat İznik herşeyden çok çinisiyle ünlüdür ve yazının çiniye biraz daha ağırlık vermesini isterdim. Ayrıca bunun bir bildiri olduğunu göze alırsak fotoğraflar ile motiflerden örnekleri sunmasını beklerdim.

Yorumlayan: Smntsn
Yazar: Candan NEMLİOĞLU
Kaynak: Uludağ Üniversitesi, Bursa Halk Kültürü, II. Bursa Halk Kültürü Sempozyumu Bildiri Kitabı ve metin sayfalarının altında belirtilen diğer kaynaklar.

Creative Commons Lisansı
Türkçe Ders Notları ve Ödevleri tüm içeriği by http://turkcedersnotlarim.blogspot.com/ is licensed under a Creative Commons Attribution-Gayriticari-ShareAlike 3.0 Unported License.
Bu lisansın kapsamı dışındaki izinler http://turkcedersnotlarim.blogspot.com/p/hakknda.html adresinde mevcut olabilir.
            

OSMANLI EĞİTİM SİSTEMİ’NDEN MODERN TÜRKİYE EĞİTİM SİSTEMİ’NE GEÇİŞ ve ARASINDAKİ FARKLAR

Hazırlayan: Smntsn

OSMANLI EĞİTİM SİSTEMİ’NDEN MODERN TÜRKİYE EĞİTİM SİSTEMİ’NE GEÇİŞ ve ARASINDAKİ FARKLAR

Osmanlı Eğitim Sistemi
Sıbyan mektebi
Osmanlıların ilköğretim seviyesindeki okullarına genel olarak "sıbyan mektebi" veya "mahalle mektebi" denilmektedir. Sıbyan okullarına “mekteb” veya “küttab”, yoksul çocuklar için açılanlara da “küttab-ı sebil” veya “mekteb-i sebil” de deniyordu. Küttab veya mekteb, “yazı öğretilen yer” anlamına gelir. İhtimal önceleri burada sadece yazı öğretiliyordu. Ancak sonra temel İslâmî bilgiler de bu okullarda verilmeye başlanmıştır.
Çocukların küttaba başlama yaşı, 7 civarında idi. Bitirme ise 13-15 yaşları arasında, buluğ çağında olurdu. Başlama, özellikle Osmanlılarda "âmin alayı" denilen, çocukların ve öğretmenlerin katıldığı, ilahiler okuyarak o yerleşim yerinde yürüyüş yapılan bir törenle olurdu. Okul genelde tek bir dershane şeklinde olur ve burada farklı seviye ve yaşlarda çocuklar bulunabilirdi. Dolayısıyla bu tür ortamlarda dayak olayları da fazlaca oluyordu.
Öğretimin esası Kur’ân idi. Programın içinde yazı da vardı. Yazı, şiir ve atasözleri üzerinde olurdu, Küttablarda, bu derslere ek olarak hikâyeler ve aritmetik de vardı. İbadet şekilleri de öğretiliyordu. On yaşına kadar Kur’ân'ı hatmeden çocuk, daha sonra kelime bilgisi, hitabet, dilbilgisi, edebiyat, tarih gibi ek konular üzerinde üç yıl daha çalışabilirdi.
Medreseler
Medrese sistemi, çok eski zamanlardan beri var olan cami okullarının bir devamıdır. Bir camide belli bir hücre derslere ayrılınca veya bir sütun dibinde öğretim halkası oluşturunca, buraya “medrese” denirdi. Daha sonra medrese ve cami binaları da birbirinin fonksiyonlarını görmeye başlamıştır. Bazı binalar her iki isimle de anılıyordu.
Türkler, IV. yüzyıldan itibaren, Budist Külliyeleri yaptırmaya başlamışlardır. Göktürkler de VI. yüzyıldan itibaren Burkan (Budist) dinine girmeye başlamış ve Budist Külliyeleri yaptırıyorlardı. Türkler, külliye kavramını Budizm’den İslâmiyet geçirmişlerdir. Bu sebeple Orta-Asya'da İslâmiyet, yabancı dinlere karşı mücadele etmek için medreseleri kurarken, Budist viharalarını taklit ediyordu denilebilir.
Askeri alanda Batı tipi eğitim kurumları
Humbarahane
1734 yılında Üsküdar Toptaşı’nda "Humbarahane ve Hendesehane” adlı bir askerî okul açıldı.
1759’da Sadrazam Ragıp Paşa tarafından eski öğrenciler ve onların çocuklarının yeniden toplanmasıyla tekrar açılan okul, III. Selim zamanına kadar sönük bir biçimde devam etti. III. Selim 1790 yılında İsveç ve Fransa’dan uzman ve subaylar getirerek bu Okulu genişletti. 1795’te Okul lağvedilerek, öğrencileri Mühendishane’ye aktarıldı.

Tophane
Osmanlı Ordusunun ilk dönemlerinde topçuluk gayet iyi durumdaydı fakat zamanla Avrupa’nın gerisinde kalmıştı. Bu arada çeşitli Osmanlı padişahları yavaş yavaş Avrupai tarzda yeni askeri birlikler oluşturarak Yeniçeri Ocağını tamamen ortadan kaldırdılar.
Mühendishane-i Bahrî-i Hümâyûn
Çeşme’de Osmanlı donanmasının Rus donanması tarafından yakılması üzerine, Cezayirli Hasan Paşa'nın önerisi üzerine, Tersane-i Amire'de bir askerî okul açıldı. Okulun açılmasında Baron de Tott'un tavsiyelerinin de önemli payı olmuştur.
Mühendishane-i Berrî-i Hümâyûn
Ancak okur-yazar matematikçi topçu subaylarını tam yetiştirmek için 1791’de “Mühendishane-i Sultanî”, 1795'te de “Mühendishane-i Berrî-i Hümayûn” kuruldu. Tüm askerî öğrencilere kara ve denizle ilgili geometri, hesap ve coğrafya alanlarında gerekli savaş bilgi ve eğitimi vermek isteniyordu. Mühendishane-i Berrî, genellikle topçu subayları yetiştirirdi.
Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriye
Ancak XIX. Yüzyıl -her alanda olduğu gibi- tıp alanında da çok önemli değişmelerin olduğu bir yüzyıl idi. Avrupa tıbbı zaten Rönesanstan itibaren çok önemli gelişmeler yaparak Doğu tıbbını geri bırakmıştır.
Daha sonra Türkçe tıp öğretimi yapmak üzere, sivil Tıbbiye kuruldu (1866). Ama ancak 1870 yılından itibaren Tıbbıye’deki öğretim dili Türkçe olabildi. 

Harp Okulu (Mekteb-i Harbiye)
Harbiye’deki ilk önemli ıslahat 1837’de Mehmet Ali Paşa’nın yanından gelen bir subay tarafından yapıldı. Bu ıslahatla, kuruluş biraz okul biçimine girdi. 1834’te ilkokul düzeyinde bir eğitim ile işe başlayan Okul, 14 yıl sonra ilk subaylarını çıkardı. 1848 yılında bir yıl öğretim süreli Erkân-ı Harbiye Mektebi açıldı.
OSMANLIDA SİVİL EĞİTİMİN BATILILAŞMASI
Osmanlı Eğitim Sisteminin Modern Türkiye Eğitim Sistemine Varan Yolculuğu

 İlköğretim
Türk ilköğretim sistemi XIX. yüzyılda büyük değişmelere uğradı.
Sıbyan mekteplerinde reform yapmak çok zor oluyordu. Malî yönden bu okullar genellikle vakıflara ait olduğu için, kendiliğinden bir özerklik içinde bulunuyordu. Muallimler ve çevresindeki bağnazlar da devletin buralarda yapacağı değişikliklere karşı çıkıyorlardı.
II. Abdülhamit döneminden itibaren Osmanlı ilkokullarında bir "Usul-ü Cedide" tartışması başladı. Bu hareketin ana esasları şunlar idi:
- İlkokul medreseden ayrılacaktı. 
- İlkokulların kendine özgü öğretmenleri olacak, mahalle imamı ve karısının öğretiminden kurtarılacaktır. 
- Öğretmen sadece “hediye” değil “aylık” (maaş) alacaktı. 
- Okuma-yazma öğretiminde "heceleme" usulü terk edilecek ve "usul-ü saftiye" veya "meddiye" denilen yeni usul okuma getirilecekti. Bu usul, her harfi ayrı ayrı değerlendirerek harf üzerinden okuma öğretmek demekti. 
- Eskiden yalnız okuma öğretimine önem veriliyor, yazma hünerine pek önem verilmiyordu. Özellikle kızlara okuma yazma öğretilmiyordu. Yeni usul, yazıya ve kızlara da yazı öğretilmesine önem verilmesini istiyordu. Ayrıca kız çocukları için ayrı ilkokullar açılması isteniyordu. 
- Öğretim bu programa göre yapılacak ve her yaşa göre ders kitapları yazılacaktı. Bu konu da, eski ve yeni usul taraftarları arasında çok sert tartışmalara neden oldu.
İlköğretimin zorunluluğu hususunda XIX. yüzyıl ortalarından beri bazı çalışmalar ve girişimler vardı, ancak ilköğretim paralı olmakta devam ediyordu.
II. Meşrutiyet genel bir ilköğretim yasası çıkarma çalışmalarına gidildi. İlköğretim müfettişleri getirildi. İlköğretimin zorunlu ve parasız olma ilkeleri herkesçe kabul edilmeye başlanıldı.
Ortaöğretim
Rüşdiyeler
"Rüşdiye" diye adlandırılan eğitim kurumu, Türk eğitim tarihinde önce ortaöğretim kademesinde ortaya çıkmış, lise ve ortaokul fonksiyonlarını gördükten sonra, öğretim seviyesi düşerek ilköğretim kademesine geçmiştir. Bir süre de “yüksek ilkokul" denilebilecek bir düzeyde kaldıktan sonra, 1913 yılında ilkokulların içinde erimiştir. Ancak çeşitli nedenlerle "Rüşdiye" adlı okulların açılmaları 1847 yılına kadar gerçekleşememiştir.
Öğretmen yetiştirme
Türkiye’de öğretmen yetiştirme sorununun okullar aracılığıyla çözümlenmeye çalışılması 19. Yüzyıl ortalarında olmuştur. Batı örneğine göre kurulan ve kurulması planlanan okullar, öğretmen yetiştirmenin öyle bir çerçeve içinde ele alınmasını zorunlu kılmıştır.
Orta Öğretmen Okulları
Türkiye’deki ilk öğretmen okulu kuruluşu, 16 Mart 1848'de kurulan "Dârülmualimin-i Rüşdi"dir. O zaman yeni yeni kurulmaya başlayan "Rüşdiye" adlı orta okullara öğretmen yetiştirmek amacını güdüyordu.
1870 yılında açılan Dârülmuallimat, üç yıl öğretim süreli hem sıbyan okullarına, hem de kız rüşdiyelerine öğretmen yetiştiren bir kurum olarak devam etti.
Erkek öğretmen yetiştiren orta seviyedeki öğretmen okulları ise çok karmaşık bir yapıda XX. yüzyıla kadar sürmüşlerdir. Savaş yıllarında İstanbul’daki kız ve erkek Yüksek Öğretmen Okulları içindeki ihzarî kısımlar da orta seviyedeki okullara öğretmen yetiştiriyordu.
İlk Öğretmen Okulları
Ülkemizde Batı zihniyetine göre ilköğretim sorunu ortaöğretimden sonra ele alındığı için, bu alandaki öğretmen okulu da -Dârülmuallimin-i Rüşdî’den yirmi yıl sonra -1868 yılında “Dârülmuallimin-i Sıbyan” adı ile kurulmuştur.
1875 yılından itibaren vilayet ve sancak merkezlerinde de bir ve iki yıllık "Dârülmuallimin-i Sıbyan"lar açılmıştı. Bunların sayıları XX. yüzyıl başlarında 16'ya, I. Dünya Savaşı yıllarında da 30'a kadar çıkmıştı.
Yüksek Öğretmen Okulları
Yüksek Öğretmen Okullarının amacı, lise ve dengi okullara öğretmen yetiştirmektir. Bunun için de üniversite düzeyinde bir eğitim vermiştir. Ülkemizde yüksek öğretmen okulu sayılabilecek ilk tasarı, 1869 Yönetmeliğinin Büyük Dârülmuallimin tasarısı idi. Bu okul 1877'de açıldı. 1880'de kapandı. Esas "Dârülmuallimin-i Aliye” ise 1891'de kuruldu. Öğretim süresi 2 yıl olan bu okulda rüşdiye üstündeki okulların öğretmenini yetiştiriyordu. Meslekî ve teknik öğretim alanında çalışacak öğretmenler ise, Cumhuriyet dönemine kadar ya kendi okullarında ya da yurtdışında yetişmişlerdir.

Darülfünun
Bazı eğitim tarihçileri, Türkiye’nin Batılı anlamda ilk Üniversitesi olan "İstanbul Dârülfünun”u Fatih külliyesine bağlamak isterler. İşe medrese açısından bakılırsa 19. yüzyıla gelinceye kadar Türkiye'de üniversite dediğimiz İstanbul Darülfünunu, medreseden ayrı, Avrupa’nın üniversitelerini taklit etmek amacıyla kurulmuştur.
1914-1919 yılları arasında ise Almanya’dan 20 kadar profesör, doçent, asistan getirildi. Bunlar bazı enstitüler (Dârülmesai) ve laboratuarlar kurarak âletler getirmişler, programları kendi bilgilerine göre genişleterek Mütarekeye kadar İstanbul'da öğretim faaliyetinde bulunmuşlardır. Mütarekeden sonra anlaşmaları feshedilerek Türkiye'den çıkartılmışlardır.
Mesleki ve Teknik Öğretim
Türk eğitim tarihinde meslekî eğitimi iki aşamada incelemek lâzımdır. Birinci aşamada, sanayi devrimine kadar -bütün dünyada olduğu gibi- Türk toplumunda da geçerli olan, el sanatlarına ve toplumun genel ihtiyaçlarına ilişkin meslekî eğitim; ikinci aşamada ise sanayi devriminin getirdiği şartlara uygun olarak yapılan teknik eğitim.
İlk aşamadaki meslekî ve teknik eğitimin, Türk eğitim tarihinde iki büyük kurumu vardır: Ahi ocakları ve Enderun mektebi.
Türk eğitim sistemi Osmanlılar döneminde adeta medreseden mektebe geçiş işlemini tamamlamıştı.

Modern Türkiye Eğitim Sistemine Geçiş ve Eski Sistemden Farkları
Atatürk Dönemi Milli Eğitim Politikası Milli Mücadele hareketinin başarıyla sonuçlanmasından sonra Türk toplumunu çağdaş medeniyet seviyesine ulaştırmayı isteyen Atatürk, bu amacını gerçekleştirmek için ülkede köklü inkılâp hareketlerine girişti. Bütün bunlar ise ancak milli bir eğitim sayesinde gerçekleşebilirdi

Tevhid-i Tedrisat Kanunu ve Uygulamaları


3 Mart 1924’dekabul edilen Tevhid-i Tedrisat Kanunu yani Öğretimin birleştirilmesi yenilikte en büyük adım olmuştur. Yeni çıkarılan ders kitaplarında eskiye ait bilgiler azaltıldı ve milli eğitim politikası çerçevesinde Cumhuriyet ideolojisini yerleştirecek milli şuur uyandırıcı konulara ağırlık verildi. Eğitim ve öğretimde sağlanan bu birlik ve laiklikten sonra 1930’lardan itibaren kültürün ve dilin millileşmesi yolunda çalışmalara önem verildi. 1928’de Latin Harflerinin kabulünden sonra hem yeni harfleri öğretmek hem de okur yazar oranını arttırmak gayesiyle ‘Millet Mektepleri’ açıldı.
 İlk ve Ortaöğretimdeki Gelişmeler
Cumhuriyetten önce sıbyan okullarında Zira 1920’lerde okuma yazma bilenlerin oranının %10 civarında olduğu tahmin edilmektedir. Bu yüzdendir ki, Cumhuriyet Türkiye’sinde yöneticilerin en çok üzerinde durduğu konu ilköğretim alanı olmuştur. Bunun için ilköğretim yaygınlaştırılarak parasız ve zorunlu hale getirilmiştir. İlkokuldaki eğitimin gayesi çocukları milli hayata hazırlamak olarak belirlenmiştir. Cumhuriyet döneminden önce rüşdiye, idadi ve sultani gibi değişik adlardaki okullarda yapılan ortaöğretim, bu dönemde üçer yıllık ortaokul ve lise olarak iki devreye ayrıldı Ortaokulların liseye liselerin de yüksek okullara öğrenci hazırlayan kurumlar olarak ele alındığı bu dönemde ortaöğretim, mesleki bilgilerin de verilmesi gereken yerler olarak görüldü.

Yükseköğretimdeki Gelişmeler
Batılı anlamda modern bir toplum meydana getirecek kadroları yetiştirmek ve özellikle bilimsel zihniyeti yerleştirmek için yüksek öğretimde düzenlemelere gidildi. Bu amaçla Tanzimat döneminde açıldığını gördüğümüz Darül Fünun’da reform yapılmasına karar verildi.
Darülfünun’un ortadan kaldırılarak yerine İstanbul Üniversitesi’nin kuruluşu 31 Mayıs 1933 tarih ve 2252 sayılı kanun ile gerçekleştirilmiştir.
Türkiye’ye gelen profesörlerin büyük bir kısmı İstanbul Üniversitesi’nin Tıp, Fen, Edebiyat ve İktisat fakültelerinde çalışmıştır.
Sonuç olarak şu değerlendirmeleri yapabiliriz:
Türkiye Devleti’nin eğitim politikası millidir. Akla ve bilime dayalı laik ve çağdaş özellikler taşımaktadır. Öncelikli mesele cehaletin ortadan kaldırılmasıydı. Bu amaçla parasız eğitim esas alındı ve ilköğretim bütün ülke çocuklarına zorunlu kılındı. Tevhid-i Tedrisat’la eğitim merkezileştirilerek bu alandaki çalışmalar MEB’in sorumluluğuna verildi. Böylece ilk kez milli eğitim politikası bir devlet politikası haline getirildi. Yeni devletin kısa sürede gelişip kalkınmasını sağlayacak kadrolar yetişmesi için mesleki ve teknik eğitime ağırlık verilerek öğretimin her kademesinde pratik hayatta işe yarar bilgilerin verilmesi esas alındı ve öyle de devam ettirilmeye çalışılıyor.

Kaynaklar:
MEDRESEDEN MEKTEBE OSMANLI EĞİTİM SİSTEMİNDEKİ DEĞİŞME, Prof.Dr. Mustafa Ergün, Afyon Kocatepe Üniversitesi

Osmanlı’da Eğitim, 3F Yayınları

Creative Commons Lisansı
Türkçe Ders Notları ve Ödevleri tüm içeriği by http://turkcedersnotlarim.blogspot.com/ is licensed under a Creative Commons Attribution-Gayriticari-ShareAlike 3.0 Unported License.
Bu lisansın kapsamı dışındaki izinler http://turkcedersnotlarim.blogspot.com/p/hakknda.html adresinde mevcut olabilir.

Osmanlı Eğitim Sistemi

Osmanlı Eğitim Sistemi

ÖRGÜN EĞİTİM KURUMLARI
Osmanlı Devletinin askerî ve siyasî yönden gelişmesine paralel olarak, teşkilatında, bürokrasisinde ve kurumlarında da yeni yapılanmalar ve büyümeler olmuştur.
Her devlet, gücü, felsefesi, hedefleri ve ihtiyaçlarına göre sistemler oluşturur. Osmanlı Devletinde de bürokrasisinden, ordusundan, cemiyetine kadar, belli bir dünya görüşüne dayanan bir sistem vardır. Osmanlı kurumlarının, müslüman olmak kaydıyla, zekâ, kaabiliyet, çalışma ve liyakat vb. şartlarını taşıyan herkese açık olması ana kaidedendir. Biz bu yazımızda, Osmanlı örgün eğitim kurumlarını modernleşme (II. Mahmut 1808-1839) dönemine kadar ele almaya çalışacağız.

Osmanlı örgün eğitim kurumlarını Resmi Öğretim Kurumları ve Sivil Öğretim Kurumları olarak iki ana başlık altında inceleyebiliriz:
A- RESMİ ÖĞRETİM KURUMLARI:
Acemi Oğlanlar Ocağı:
I. Murad Han (1362-1389) döneminde sistemleşmeye başlayan Devşirme yöntemi Osmanlı Devletinin askerî ihtiyacını karşılamak üzere geliştirilmiş bir yöntemdir. Buna göre savaş esirlerinden veya Osmanlı Hristiyan tebasından seçilen çocuklar 3-8 sene Türk ailelerinin yanında hizmet edip yetiştikten sonra Acemi oğlanlar ocağına alınırlardı. Gelibolu’da ve İstanbul’da bulunan Acemi ocakları asker yetiştirirlerdi. Burada askerlik sanatını öğrenen acemiler ihtiyaca ve yeteneklerine göre diğer ocaklara gönderilirlerdi. Acemi ocağının sıkı bir disiplinin yanında belli görevlileri ve çalışma usulleri vardı. Osmanlı Kapıkulu ocaklarının ilk kademesini meydana getirmesi bakımından önemliydi.
Enderûn Mektebi:
II. Murad zamanında kurulup, zamanla çeşitli değişikliklere uğramakla beraber Osmanlı Devleti’nin son zamanlarına kadar (1909) varlığını sürdüren bir saray okuludur. Hristiyan ailelerden devşirilen çocukların zekî ve gösterişlileri saraya alınarak özel bir şekilde yetiştirilirlerdi.
Enderûn mektebine alınan çocuklara, Kur’an-ı Kerim, tefsir, hadis, kelâm gibi dini dersler, edebiyat, inşa (şiir) gramer, Arapça, Farsça gibi dil ve edebiyat dersleri ve matematik, coğrafya, mantık gibi müsbet dersler okutulurdu. Bir taraftan da Osmanlı saray geleneği, protokol kaideleri ve bürokratik işler öğretilirdi. Bunların yanında çeşitli sanat kollarında beceriler kazandırıldığı gibi sportif faaliyetlere de yer verilirdi.
İç oğlanı denilen Enderûn talebesi ortak bir kültürü özümseyerek, saray ve padişah hizmetlerinin yürütülmesini sağlarlar, böylece Osmanlı Devletinin sarayda, yönetimde, ordu ve bürokraside ihtiyaç duyulan kadrolarının bir kısmı bu şekilde yetiştirilmiş olurdu. Sarayda kademe kademe yükselerek sancakbeyi rütbesiyle taşrada görev alırlardı.
Burada bir iki hususa açıklık kazandırmak gerekiyor.
1. Osmanlı Devleti, kendinden önceki Türk devletlerine göre daha merkeziyetçi bir yapıya sahiptir. Bu sebepten dolayı kendi kurumlarından yetişmeyen kimselere görev vermemiştir. Bu durum, bazı çevreler tarafından Türkleri dışlamak şeklinde yorumlanarak konu yanlış bir yöne çekilmiştir.
2. Osmanlı Bürokrasisi sadece devşirmelerden ibaret değildir. Divan ve taşra teşkilatında da yükselme olup buralar genelde Türklerin hakim oldukları kurumlardır. Esasen Kanunî Devrinden itibaren Türk çocukları da Enderûn Mektebine alınmıştır.
3. Böylece Devşirme zamanla uzaklaşarak devletin mülkî ve idarî kimliğinden kadrolarının yetiştirildiği yüksek seviyeli bir okul haline gelmiştir.
Bürokrasinin kaynağı olması bakımından Divân-ı Hümâyûn’dan da biraz bahsetmemiz gerekecektir. Osmanlılarda Divan idarî ve hukukî bir meclis olmasının ötesinde bürokrasinin merkezi ve beyni idi. Devletin her türlü yazışmaları, Divân kararları, sicilleri, defterleri, malî kayıtları Divan’da tutulur ve saklanırdı. Bu sebepten dolayı Divan birçok büroların bulunduğu ve yüzlerce görevlinin çalıştığı bir kurum idi. Kâtiplik, usta-çıraklık ilişkisi içinde zamanla kazanılırdı. Divandan yetişen pek çok ünlü devlet adamı olduğu gibi ilim-edebiyat tarih vb. alanlarında yetişen Kâtip Çelebi, Gelibolu’lu Mustafa Ali, Feridun Ahmet Bey gibi şahsiyetlerde Divan’dan yetişmiş, zamanlarının önemli isimleridir. Böylece divan bürokrasinin yanında okul niteliği de kazanmıştır.
B- SİVİL ÖĞRETİM KURUMLARI
1. Sıbyan Mektepleri:
5-10 yaşlarındaki çocuklara okuma-yazma, bazı dinî bilgiler ve basit hesap işlemlerinin verildiği ilkokullardır. Hemen her mahallede bulunduğu için “Mahalle Mektepleri” veya taş bina olarak inşa edildiği için “Taşmektep” de denilen bu okullar örgün eğitimin ilk basamağını oluştururlardı. Okuma-yazmanın yanında ahlâkî terbiye verilmesi de amaçlanıyordu. Çocuğu şerden sakındırmak ve hayra sevketmek Osmanlı cemiyetinin eğitim felsefesiydi.
Sıbyan mekteplerinde bugünkü gibi sınıf, ders saati ve teneffüs ayarlaması yoktu. Sabahtan ikindiye kadar ders veriliyor, yalnız öğle paydosu yapılabiliyordu.
Okula başlama törenle yapılırdı. Öğretim hatim indirmekle tamamlanırdı. Bundan sonra isteyen medreseye, isteyen memuriyete (Divan kâtipliğine), isteyen de kaabiliyetine uygun bir zenaata girerdi.
Zamanla programında ve çalışmalarında değişiklikler yapılmakla beraber Sıbyan Mektepleri Cumhuriyet Dönemine kadar varlığını sürdürmüştür.
2. Medreseler:
İslâm dünyasında en yaygın ve en köklü eğitim kurumu olan medreseler, Anadolu Selçuklular’ında ve Osmanlı’larda diğer ülkelerden ayrılarak daha farklı bir gelişme göstermiştir.
İlk İslâm toplumlarında camilerin okul olarak kullanıldıklarını biliyoruz. 10. yüzyılda Türkistan şehrinde görülmeye başlayan medreseler ünlü Selçuklu veziri Nizam’ülmülk tarafından sistemli ve kalıcı hale getirilmiştir. Bir rivayete göre Sultan Alparslan Nişabur Camii’nin kapısında perişan kılıklı bir grup genç görünce, bunların kim olduklarını ve niçin böyle bir durumda bulunduklarını sormuş; “bunlar dünya zevki taşımayan ilim talebeleridir” cevabını alınca çok üzülmüş. Bunun üzerine Sultan Alparslan bunlara bir yurt inşa edilmesini ve maaş bağlanmasını emretmiştir. Bu şekilde kurulmaya başlayan Selçuklu medreseleri, eğitim-öğretim kadrosuna tahsil ve geçim sağlayan ilk teşkilatlı medrese olarak ortaya çıkmıştır. Bu rivayetin yanında İslâm dünyasındaki Şiî, Rafızî ve Batınî hareketlere karşı sistemli bir eğitim-öğretim yapılması Selçuklu siyasetinin temelini teşkil eder.
Vakıf kuruluşlar olarak sistemleşen medreseler Osmanlılarda da devletin güçlenmesine paralel olarak büyümüş ve gelişmiştir.
Medreseler seviye itibarıyla bugünün orta ve yüksek okullarına tekabül etmektedirler. Vakıf olduğu için öğrencilerin barınmasının yanında diğer ihtiyaçları da medreseden sağlanıyordu. Medreseler külliyenin bir parçasını teşkil ettiğinden öğrenciler hamamda temizleniyorlar, imaret (aşevi) den yemek yiyorlar, câmii de ibadet ediyorlar ve medresede öğrenim faaliyetlerine devam ediyorlardı. Bu yönleriyle bugünün kampüs ve öğrenci yurdu anlayışının temellerini kendi eğitim tarihimizde bulabiliyoruz.
Osmanlı medreseleri zamanla hiyerarşik bir düzenlemeye tabi tutulmuş, hocalarına verilen maaşlara ve ihtisas alanlarına göre derecelendirilmiştir. Yevmiye 20 Akçayla ders veren müderris en alt dereceden göreve başlar. Terfi ederek 500 Akçalık medreseye kadar yükselebilirdi. Süleymaniye medresesindeki: Darül-Hadis kürsüsü Osmanlı medreselerinin en yüksek (11. derece) derecesini ifade ediyordu. 500 Akça yevmiye alan müderrislere ya da mevleviyet denilen büyük şehirlerin kadılarına “Molla” deniyordu ki bugün ordinaryus karşılığındadır.
Kuruluş döneminde vezirlerin ilmiye (medrese)den gediklerini biliyoruz. Fatih Döneminden itibaren bürokratik kurumların gelişmesiyle ilmiye ile siyaset birbirlerinden ayrılmıştır.
Osmanlı medreseleri müezzin, imam-hatip ve vaiz gibi camii görevlilerini, mahalle mekteplerinin hocalarını, medresenin kendi kadrosunu, yargı kadrosunu yetiştirdiği gibi Divân-ı Hümayundaki Kazaskerler (Bugünkü M. Eğitim ve Adalet Bakanları) ve Şeyhülislâm gibi temsilcileri de hazırlıyorlardı. Bu yönleriyle çok fonksiyonlu idi. Ulemâ denilen medreseliler halk ve yönetim üzerinde önemli bir nüfuz, etki ve yere sahiptiler. Ayrıca toplumda entellektüel-aydın kadrosunun en üst tabakasını oluşturuyorlardı.
Medreselerin programını dört ana gruba ayırabiliriz:
1. Din ve Hukuk (Kur’an, tefsir, hadis, fıkıh, kelam…)
2. Dil ve Edebiyat (Arap, Fars dilleri, hitabet, şiir, gramer…)
3. Felsefe (Felsefe ve mantık)
4. Temel Bilimler (Tıp, Matematik, Geometri, Astronomi, Coğrafya) idi.
Bu derslerin verilişi zamanla ihtisaslaşmayı meydana getiriyor. Medrese öğrencilerinin en alt kademesine suhte (softa) ortaöğretim talebesi deniyordu. Daha sonrakilere danişmend (lisans talebesi) denilirdi. Muid (Asistan) müderris ile talebe arasındaki ilişkileri düzenler, hocanın derslerini müzakere yoluyla özetler veya tekrarlardı. Medrese eğitimi uzun süren meşakkatli bir işti.
Selçuklu ve Osmanlı medrese kadrosu sünnî İslâm itikadını temsil ettikleri gibi İslâm’ı rasyonel olarak ele aldıklarından tasavvuf geleneğinden bazen ayrılıyorlardı. Bu sebepten zaman zaman medrese tarikat çatışması da meydana geliyordu. Esasen medrese geleneği Tasavvufu İslâm’ın Kur’an ve Sünnet çizgisi içerisinde değerlendiriyor, bu ölçünün dışında kalan hareketleri benimsemiyordu.
Selçuklu ve Osmanlı medreselerinin diğerlerinden farklı bir gelişme gösterdiğini yukarıda belirtmiştik. Bu gelişme program ve ihtisaslaşma yönünden olduğu kadar fikir yönünden de ele alınmalıdır. Anadolu Selçuklu ve Osmanlı medreseleri hür düşünceyi ve bilimi birinci plâna yerleştirmiştir. Zengin vakıflar sayesinde maddi imkanları geniş olunca ve devlet yöneticilerinin de ilgilenmesi dolayısıyla İslâm dünyasının birçok şöhretli âlimi Selçuklu ve Osmanlı ülkesine gelerek bilgilerini ve fikirlerini yayma imkânı bulmuşlardır.

Creative Commons Lisansı
Türkçe Ders Notları ve Ödevleri tüm içeriği by http://turkcedersnotlarim.blogspot.com/ is licensed under a Creative Commons Attribution-Gayriticari-ShareAlike 3.0 Unported License.
Bu lisansın kapsamı dışındaki izinler http://turkcedersnotlarim.blogspot.com/p/hakknda.html adresinde mevcut olabilir.