Keloğlan ve Sihirli Taş
Bir varmış, bir yokmuş. Allah’ın
kulu çokmuş. Evvel zaman içinde bir Keloğlan varmış. İhtiyar ve yoksul annesi,
bu biricik oğlunu “Kel oğlum, keleş oğlum” diye severmiş.
Günlerden bir gün Keloğlan
annesinden izin alıp balık tutmaya gitmiş. “Belki bir kaç balık yakalarım.
Anacığımla pişirir, yeriz. Aç karnımızı doyururuz.” diye düşünüyormuş.
Irmağın kenarına gelip oltasını
salmış. Öğleye doğru kocaman bir balık tutmuş. Pulları gümüş gibi parlak,
gözleri cam gibi aydınlık, güzel mi güzel bir balıkmış bu…
Keloğlan balığın pullarını
kazımış, karnını yarıp temizlemek istemiş. Bir de ne görsün! Balığın karnı
içinde kocaman bir tas durmuyor mu? Keloğlan bir sevinmiş, bir sevinmiş ki
sormayın. “Hem balığı götürürüm anama, hem tası.” demiş.
Tası su ile doldurup balığı
yıkamak istemiş. Birden inanılmayacak bir şey olmuş. Tastan boşalttığı sular
altın olarak akıyormuş yere. Keloğlan çok şaşırmış. Bir kaç kere denemiş, hep
altın akıyormuş tastan. “Bu, sihirli bir tas galiba. Hemen anama haber vereyim”
demiş. Evlerine koşmuş.
Sihirli tasa küpler dolusu suyu
doldurup doldurup boşaltmış. Suyu boşalan küplere de altınları biriktirmiş.
Artık ülke hükümdarı bile onun yanında fakir sayılırmış…
Keloğlan günler sonra büyük bir
saray yaptırıp oraya taşınmış. Kendisine hizmetçiler tutmuş. Sevdiği ve
istediği her şeyi alıyor, en güzel yemekleri yiyormuş. Sonunda altınlarının
çokluğu onu şımartmaya başlamış.
Gereksiz masraflara, lüzumsuz
harcamalara girişmiş. “Oğlum bu işin sonu kötü olabilir.” diye öğüt vermeye
çalışan anasını bile dinlememiş. “Sihirli tas elimde, ne istersem yapabilirim…”
diyormuş.
Keloğlan’ın böyle kendini
beğenmesi, şımarması ve hırsa kapılması, insanların ona duyduğu sevgiyi azaltmış.
Herkes “Eski hali bundan daha iyiydi. Gözünü hırs bürüdü Keloğlan’ın.” demeye
başlamış.
Keloğlan bir gün daha çok altın
elde etmek için, sihirli tasını eline alıp ırmağın kenarına gelmiş. “Suyu
tükenecek değil ya, bir saray da buraya yaptırayım. ” demiş. Gurur ve kibirle
tasını suya daldırmış. Kıyıda biriken altınlar hırsını artırıyormuş. Daha hızlı
daha hızlı daldırmaya başlamış tası. Artık altınlardan başka bir şey
düşünmüyormuş. Birden tas elinden kayıp suya düşmüş. Keloğlan onu tutmak için
eğilince kendisi de ırmağa yuvarlanmış. Yüzme bilmediği için hızla akan ırmakta
nerdeyse boğulacakmış. Bin bir güçlükle kenara çıkmış. Kendisi suda çırpınıp
dururken, biriktirdiği altınları da hırsızlar çalıp götürmüşler.
Artık tası bulmanın da imkânı
kalmadığından ağlaya ağlaya annesinin yanına dönmüş. Başına gelenleri anlatmış.
Yaşlı kadın:
- Üzülme yavrum, demiş. Hay’dan gelen Hû’ya gider. Zaten,
sen o tası alnının teri, elinin emeği ile kazanmamıştın. Üstelik zenginlik seni
iyice şımartmıştı. Böylesi daha iyi oldu. Hiç olmazsa kendini başkalarından
üstün görme hastalığından kurtulursun.”
Keloğlan bu sözlerle teselli
bulmuş. Anasına hak vermiş. O günden sonra da Sihirli Tası bir daha hiç
anmamış.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder