Osmanlı Eğitim
Sistemi
ÖRGÜN EĞİTİM KURUMLARI
Osmanlı Devletinin askerî ve siyasî yönden gelişmesine paralel
olarak, teşkilatında, bürokrasisinde ve kurumlarında da yeni yapılanmalar ve büyümeler
olmuştur.
Her devlet, gücü, felsefesi, hedefleri ve ihtiyaçlarına göre
sistemler oluşturur. Osmanlı Devletinde de bürokrasisinden, ordusundan,
cemiyetine kadar, belli bir dünya görüşüne dayanan bir sistem vardır. Osmanlı
kurumlarının, müslüman olmak kaydıyla, zekâ, kaabiliyet, çalışma ve liyakat vb.
şartlarını taşıyan herkese açık olması ana kaidedendir. Biz bu yazımızda,
Osmanlı örgün eğitim kurumlarını modernleşme (II. Mahmut 1808-1839) dönemine
kadar ele almaya çalışacağız.
Osmanlı örgün eğitim kurumlarını Resmi Öğretim Kurumları ve Sivil Öğretim Kurumları olarak iki ana başlık altında inceleyebiliriz:
Osmanlı örgün eğitim kurumlarını Resmi Öğretim Kurumları ve Sivil Öğretim Kurumları olarak iki ana başlık altında inceleyebiliriz:
A- RESMİ ÖĞRETİM KURUMLARI:
Acemi Oğlanlar Ocağı:
I. Murad Han (1362-1389) döneminde sistemleşmeye başlayan
Devşirme yöntemi Osmanlı Devletinin askerî ihtiyacını karşılamak üzere
geliştirilmiş bir yöntemdir. Buna göre savaş esirlerinden veya Osmanlı
Hristiyan tebasından seçilen çocuklar 3-8 sene Türk ailelerinin yanında hizmet
edip yetiştikten sonra Acemi oğlanlar ocağına alınırlardı. Gelibolu’da ve
İstanbul’da bulunan Acemi ocakları asker yetiştirirlerdi. Burada askerlik
sanatını öğrenen acemiler ihtiyaca ve yeteneklerine göre diğer ocaklara
gönderilirlerdi. Acemi ocağının sıkı bir disiplinin yanında belli görevlileri
ve çalışma usulleri vardı. Osmanlı Kapıkulu ocaklarının ilk kademesini meydana
getirmesi bakımından önemliydi.
Enderûn Mektebi:
II. Murad zamanında kurulup, zamanla çeşitli değişikliklere
uğramakla beraber Osmanlı Devleti’nin son zamanlarına kadar (1909) varlığını
sürdüren bir saray okuludur. Hristiyan ailelerden devşirilen çocukların zekî ve
gösterişlileri saraya alınarak özel bir şekilde yetiştirilirlerdi.
Enderûn mektebine alınan çocuklara, Kur’an-ı Kerim, tefsir,
hadis, kelâm gibi dini dersler, edebiyat, inşa (şiir) gramer, Arapça, Farsça
gibi dil ve edebiyat dersleri ve matematik, coğrafya, mantık gibi müsbet
dersler okutulurdu. Bir taraftan da Osmanlı saray geleneği, protokol kaideleri
ve bürokratik işler öğretilirdi. Bunların yanında çeşitli sanat kollarında
beceriler kazandırıldığı gibi sportif faaliyetlere de yer verilirdi.
İç oğlanı denilen Enderûn talebesi ortak bir kültürü
özümseyerek, saray ve padişah hizmetlerinin yürütülmesini sağlarlar, böylece
Osmanlı Devletinin sarayda, yönetimde, ordu ve bürokraside ihtiyaç duyulan kadrolarının
bir kısmı bu şekilde yetiştirilmiş olurdu. Sarayda kademe kademe yükselerek
sancakbeyi rütbesiyle taşrada görev alırlardı.
Burada bir iki hususa açıklık kazandırmak gerekiyor.
1. Osmanlı Devleti, kendinden önceki Türk devletlerine göre daha
merkeziyetçi bir yapıya sahiptir. Bu sebepten dolayı kendi kurumlarından
yetişmeyen kimselere görev vermemiştir. Bu durum, bazı çevreler tarafından
Türkleri dışlamak şeklinde yorumlanarak konu yanlış bir yöne çekilmiştir.
2. Osmanlı Bürokrasisi sadece devşirmelerden ibaret değildir.
Divan ve taşra teşkilatında da yükselme olup buralar genelde Türklerin hakim
oldukları kurumlardır. Esasen Kanunî Devrinden itibaren Türk çocukları da
Enderûn Mektebine alınmıştır.
3. Böylece Devşirme zamanla uzaklaşarak devletin mülkî ve idarî
kimliğinden kadrolarının yetiştirildiği yüksek seviyeli bir okul haline
gelmiştir.
Bürokrasinin kaynağı olması bakımından Divân-ı Hümâyûn’dan da
biraz bahsetmemiz gerekecektir. Osmanlılarda Divan idarî ve hukukî bir meclis
olmasının ötesinde bürokrasinin merkezi ve beyni idi. Devletin her türlü
yazışmaları, Divân kararları, sicilleri, defterleri, malî kayıtları Divan’da
tutulur ve saklanırdı. Bu sebepten dolayı Divan birçok büroların bulunduğu ve
yüzlerce görevlinin çalıştığı bir kurum idi. Kâtiplik, usta-çıraklık ilişkisi
içinde zamanla kazanılırdı. Divandan yetişen pek çok ünlü devlet adamı olduğu
gibi ilim-edebiyat tarih vb. alanlarında yetişen Kâtip Çelebi, Gelibolu’lu
Mustafa Ali, Feridun Ahmet Bey gibi şahsiyetlerde Divan’dan yetişmiş, zamanlarının
önemli isimleridir. Böylece divan bürokrasinin yanında okul niteliği de
kazanmıştır.
B- SİVİL ÖĞRETİM KURUMLARI
1. Sıbyan Mektepleri:
5-10 yaşlarındaki çocuklara okuma-yazma, bazı dinî bilgiler ve
basit hesap işlemlerinin verildiği ilkokullardır. Hemen her mahallede bulunduğu
için “Mahalle Mektepleri” veya taş bina olarak inşa edildiği için “Taşmektep”
de denilen bu okullar örgün eğitimin ilk basamağını oluştururlardı.
Okuma-yazmanın yanında ahlâkî terbiye verilmesi de amaçlanıyordu. Çocuğu şerden
sakındırmak ve hayra sevketmek Osmanlı cemiyetinin eğitim felsefesiydi.
Sıbyan mekteplerinde bugünkü gibi sınıf, ders saati ve teneffüs
ayarlaması yoktu. Sabahtan ikindiye kadar ders veriliyor, yalnız öğle paydosu
yapılabiliyordu.
Okula başlama törenle yapılırdı. Öğretim hatim indirmekle
tamamlanırdı. Bundan sonra isteyen medreseye, isteyen memuriyete (Divan
kâtipliğine), isteyen de kaabiliyetine uygun bir zenaata girerdi.
Zamanla programında ve çalışmalarında değişiklikler yapılmakla
beraber Sıbyan Mektepleri Cumhuriyet Dönemine kadar varlığını sürdürmüştür.
2. Medreseler:
İslâm dünyasında en yaygın ve en köklü eğitim kurumu olan
medreseler, Anadolu Selçuklular’ında ve Osmanlı’larda diğer ülkelerden
ayrılarak daha farklı bir gelişme göstermiştir.
İlk İslâm toplumlarında camilerin okul olarak kullanıldıklarını
biliyoruz. 10. yüzyılda Türkistan şehrinde görülmeye başlayan medreseler ünlü
Selçuklu veziri Nizam’ülmülk tarafından sistemli ve kalıcı hale getirilmiştir.
Bir rivayete göre Sultan Alparslan Nişabur Camii’nin kapısında perişan kılıklı
bir grup genç görünce, bunların kim olduklarını ve niçin böyle bir durumda
bulunduklarını sormuş; “bunlar dünya zevki taşımayan ilim talebeleridir”
cevabını alınca çok üzülmüş. Bunun üzerine Sultan Alparslan bunlara bir yurt
inşa edilmesini ve maaş bağlanmasını emretmiştir. Bu şekilde kurulmaya başlayan
Selçuklu medreseleri, eğitim-öğretim kadrosuna tahsil ve geçim sağlayan ilk
teşkilatlı medrese olarak ortaya çıkmıştır. Bu rivayetin yanında İslâm
dünyasındaki Şiî, Rafızî ve Batınî hareketlere karşı sistemli bir
eğitim-öğretim yapılması Selçuklu siyasetinin temelini teşkil eder.
Vakıf kuruluşlar olarak sistemleşen medreseler Osmanlılarda da
devletin güçlenmesine paralel olarak büyümüş ve gelişmiştir.
Medreseler seviye itibarıyla bugünün orta ve yüksek okullarına
tekabül etmektedirler. Vakıf olduğu için öğrencilerin barınmasının yanında
diğer ihtiyaçları da medreseden sağlanıyordu. Medreseler külliyenin bir
parçasını teşkil ettiğinden öğrenciler hamamda temizleniyorlar, imaret (aşevi)
den yemek yiyorlar, câmii de ibadet ediyorlar ve medresede öğrenim
faaliyetlerine devam ediyorlardı. Bu yönleriyle bugünün kampüs ve öğrenci yurdu
anlayışının temellerini kendi eğitim tarihimizde bulabiliyoruz.
Osmanlı medreseleri zamanla hiyerarşik bir düzenlemeye tabi
tutulmuş, hocalarına verilen maaşlara ve ihtisas alanlarına göre
derecelendirilmiştir. Yevmiye 20 Akçayla ders veren müderris en alt dereceden
göreve başlar. Terfi ederek 500 Akçalık medreseye kadar yükselebilirdi.
Süleymaniye medresesindeki: Darül-Hadis kürsüsü Osmanlı medreselerinin en
yüksek (11. derece) derecesini ifade ediyordu. 500 Akça yevmiye alan
müderrislere ya da mevleviyet denilen büyük şehirlerin kadılarına “Molla”
deniyordu ki bugün ordinaryus karşılığındadır.
Kuruluş döneminde vezirlerin ilmiye (medrese)den gediklerini
biliyoruz. Fatih Döneminden itibaren bürokratik kurumların gelişmesiyle ilmiye
ile siyaset birbirlerinden ayrılmıştır.
Osmanlı medreseleri müezzin, imam-hatip ve vaiz gibi camii
görevlilerini, mahalle mekteplerinin hocalarını, medresenin kendi kadrosunu,
yargı kadrosunu yetiştirdiği gibi Divân-ı Hümayundaki Kazaskerler (Bugünkü M.
Eğitim ve Adalet Bakanları) ve Şeyhülislâm gibi temsilcileri de
hazırlıyorlardı. Bu yönleriyle çok fonksiyonlu idi. Ulemâ denilen medreseliler
halk ve yönetim üzerinde önemli bir nüfuz, etki ve yere sahiptiler. Ayrıca
toplumda entellektüel-aydın kadrosunun en üst tabakasını oluşturuyorlardı.
Medreselerin programını dört ana gruba ayırabiliriz:
1. Din ve Hukuk (Kur’an, tefsir, hadis, fıkıh, kelam…)
2. Dil ve Edebiyat (Arap, Fars dilleri, hitabet, şiir, gramer…)
3. Felsefe (Felsefe ve mantık)
4. Temel Bilimler (Tıp, Matematik, Geometri, Astronomi,
Coğrafya) idi.
Bu derslerin verilişi zamanla ihtisaslaşmayı meydana getiriyor.
Medrese öğrencilerinin en alt kademesine suhte (softa) ortaöğretim talebesi
deniyordu. Daha sonrakilere danişmend (lisans talebesi) denilirdi. Muid
(Asistan) müderris ile talebe arasındaki ilişkileri düzenler, hocanın
derslerini müzakere yoluyla özetler veya tekrarlardı. Medrese eğitimi uzun
süren meşakkatli bir işti.
Selçuklu ve Osmanlı medrese kadrosu sünnî İslâm itikadını temsil
ettikleri gibi İslâm’ı rasyonel olarak ele aldıklarından tasavvuf geleneğinden
bazen ayrılıyorlardı. Bu sebepten zaman zaman medrese tarikat çatışması da
meydana geliyordu. Esasen medrese geleneği Tasavvufu İslâm’ın Kur’an ve Sünnet
çizgisi içerisinde değerlendiriyor, bu ölçünün dışında kalan hareketleri
benimsemiyordu.
Selçuklu ve Osmanlı medreselerinin diğerlerinden farklı bir
gelişme gösterdiğini yukarıda belirtmiştik. Bu gelişme program ve ihtisaslaşma
yönünden olduğu kadar fikir yönünden de ele alınmalıdır. Anadolu Selçuklu ve
Osmanlı medreseleri hür düşünceyi ve bilimi birinci plâna yerleştirmiştir.
Zengin vakıflar sayesinde maddi imkanları geniş olunca ve devlet
yöneticilerinin de ilgilenmesi dolayısıyla İslâm dünyasının birçok şöhretli
âlimi Selçuklu ve Osmanlı ülkesine gelerek bilgilerini ve fikirlerini yayma
imkânı bulmuşlardır.
Türkçe Ders Notları ve Ödevleri tüm içeriği by http://turkcedersnotlarim.blogspot.com/ is licensed under a Creative Commons Attribution-Gayriticari-ShareAlike 3.0 Unported License.
Bu lisansın kapsamı dışındaki izinler http://turkcedersnotlarim.blogspot.com/p/hakknda.html adresinde mevcut olabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder