Hazırlayan: Smntsn
Mehmet Âkif Ersoy
Mehmet Âkif Ersoy
Bir de İstanbul'a geldim ki:
bütün çarşı, pazar
Naradan çalkanıyor, öyle ya... Hürriyet var!
Galeyan geldi mi, mantık
savuşurmuş... doğru:
Vardı aklından o gün her kimi
gördümse zoru.
Kimse farkında değil,
anlaşılan, yaptığının;
Kafalar tütsülü hulya ile,
gözler kızgın;
Sanki zincirdekiler hep
boşanır zincirden,
Yıkıvermiş de tımarhaneyi
çıkmış birden!
Zurnalar şehr ahalisini
takmış peşine;
Yedisinden tutarak ta dayanın
yetmişine!
Eli bayraklı alaylar yürüyor
dört keçeli,
En ağır başlısının bir zili
eksik, belli!
Ötüyor her taşın üstünde
birer dilli düdük.
Dinliyor kaplamış etrafını
yüzlerce hödük!
Kim ne söylerse, hemen el
vurup alkışlayacak
-Yaşasın
-Kim yaşasın?
-Ömrü olan.
Şak! Şak! Şak!
Ne devairde hükümet, ne
ahalide bir iş!
Ne sanayi, ne maarif, ne alış
var, ne veriş.
Çamlıbel sanki şehir, zabıta
yok, rabıta yok;
Aksa kan sel gibi, dindirecek
vasıta yok.
"Zevk-i hürriyeti onlar
daha çok anlamalı"
Diye mekteblilerin mektebi
tekmil kapalı!
İlmi tazyik ile ta'lim, o da
istibdad
Haydi öyleyse çocuklar,
ebediyyen azad.
Nutka gelmiş öte dursun
hocalar bir yandan...
Sahneden sahneye koşmakta
bütün şakirdan.
Kör çıban neşterin altında
nasıl patlarsa,
Hep ağızlar deşilip, kimde ne
cevher varsa,
Saçıyor ortaya, ister temiz,
ister kirli;
Kalmıyor kimseciğin muzmeri
artık gizli.
Dalkavuk devri değil, eski
kasaid yerine
Üdebanız ana-avrat sövüyor
birbirine.
Türlü adlarla çıkan namütenahi
gazete,
Ayrılık tohumunu bol bol
atıyor memlekete.
İt yetiştirmek için toprağı
gayet münbit
Bularak fuhş ekiyor salma
gezen bir sürü it
Yürüyor dine beş on maskara,
alkışlanıyor,
Nesl-i hazır bunu hürriyet-i
vicdan sanıyor.
Kadın erkek koşuyor borc
ederek Avrupa'ya...
Sapa düşmekte bizim şıklara,
zannım Asya.
Hakka tevfiz ile üç dane
yetişmiş kızını,
Taşıyanlar bile varmış,
buradan baldızını...
Analık ilmi için Paris'e,
yüksünmeyerek...
Yük ağır, ecri de nisbetle
azim olsa gerek.
Haşim akşam karanlığında meçhule doğru uzanan yollardan,
sadece cemiyetin değil, varlığın da dışına çıkmak istiyordu. Akif, onun tam
zıddına, her şeyin vazıh olarak göründüğü bir öğle güneşi altında hayatın
gürültülü, boğucu ve alelade hayatın içine girer.
Türk edebiyatında onun kadar içinde yaşadığı devri bütün
teferruatı ile gören ve gösteren başka bir şair yoktur, denilebilir. Safahat,
adeta, muayyen bir nokta-i nazardan tasvir edilen bir manzum romana benzer:
Sokak, ev, kulübe, saray, meyhane, cami, köy, şehir, fakir, zengin, dindar,
dinsiz, cılız, pehlivan, korkak, kahraman, halk, yüksek tabaka, münevver,
cahil, yerli, yabancı, Avrupa, Asya, ticaret, siyaset, harp, sulh, şehircilik,
köycülük, mazi, halihazır, hayal, hakikat, hemen hemen her şey Akif'in duyuş ve
görüş sahnesine girer. Ve o bunları yalnız şiirin değil, edebiyatın bütün ifade
vasıtalarıyla anlatır: Tasvirler yapar, portreler çizer, hikayeler söyler,
fıkralar anlatır, konuşmalara başvurur, vaaz eder. Komik, trajik, öğretici,
hamasi, lirik, hakimane her edayı, her tonu kullanır. Bu suretle Akif, şiirin
hududunu nesir kadar, edebiyat kadar genişletir; hatta edebiyatı da aşar, onu
hayatın ta kendisi yapar.
Almış olduğumuz parça (Süleymaniye Kürsüsünden), Akif'in
hayatı nasıl en reel tarafları ile ortaya koyduğunu çok güzel gösteriyor. Bu
tasvirin "Süleymaniye Kürsüsünde" bir vaiz tarafından yapılmış olması
ayrıca dikkate değer. Akif, kendisinden önce Türk edebiyatında kimsenin
yapmadığı bir işi yapıyor. Mabede sokağı, dinin içine hayatı sokuyor.
İnzivasında, insanların hallerini düşünen Yunus, bir gün:
Kasdım budur
şehre varam feryad ü figan koparam
der. Fakat şehirde değil, ruhun içinde dolaşır. Akif, şehrin
içine gerçekten giren ve feryat ve figan koparan bir şairdir. Bu bakımdan o,
eski tip dindarlardan tamamıyla ayrılır. Eski tip dindar, umumiyetle Allah'ı ve
ahireti düşünür, cemiyete ve dünyaya önem vermezdi. Akif'in esas konusu dünya
ve cemiyettir. Onun için din, insanları nizama sokan ve yükselten bir
kuvvettir. Akif, müslümanlığa sadece bir ahiret dini gözüyle bakmıyor, onun
dünyayı da düzeltebileceğine iman ediyordu.
Akif'e göre, insanları kötüleştiren ihtiraslardır.
İhtirasları tanzim eden kuvvetler -din bunların başında geliyordu- ortadan
kalktı mı, fertler de, cemiyetler de hayvanlık seviyesine düşerler. Almış
olduğumuz parçada şair, 1908 hürriyetinin ihtirasları nasıl başıboş bıraktığını
ve cemiyeti nasıl korkunç bir anarşiye sürüklediğini tasvir ediyor. Galeyanı
hürriyet sananlar, sarhoş veya deli gibi ne yaptıklarını bilmiyorlar. Akıl ve
mantık tanımayan kalabalık, anarşik bir halde sokaklara dökülüyor. Neyin takdir
olunduğu bilinmeyen bir alkıştır gidiyor. Şuursuzluk, cemiyetin en hayati
sahalarına, hükümet dairelerine, mekteplere kadar yayılıyor. Matbuat sosyal
birliği parçalamaktan çekinmiyor. Cinsi duygular istismar ediliyor. Dine hücum
etmek, vicdan hürriyeti sayılıyor. Eğlenmek için borç alarak Avrupa'ya
koşuluyor...
Süleymaniye Kürsüsü'nde konuşan vaiz, tasvirlerine daha uzun
müddet devam eder. Devrin bütün sosyal manzaralarını gözden geçirir. Almış
olduğumuz parça, Akif'in muhteva ve üslup bakımından çok zengin olan şiirinin
bütün hususiyetlerini göstermemekle beraber, biz, mahdut bir netice verse de,
tahlilimizi sadece onun üzerine teksif edeceğiz.
Realist bir tablo gibi görünmesine rağmen, şairin, tasvir
ettiği manzara karşısında tarafsız kalmadığı, heyecanlı bir tavır aldığı
besbellidir. Bu tavır, hiddet, hiciv, alay kelimeleri ile hülasa olunabilir.
Kelimenin tam ve hakiki manasıyla bu sosyal bir satirdir. Hürriyeti çok yanlış
anlayan, aklı, mantığı, nizamı unutan şuursuz kalabalığa karşı şair, son derece
kızıyor. Bu kızgınlık dolayısıyla onun hareketlerini kötü ve gülünç gösteriyor.
Manzumenin komikliği ile bu davranış arasında yakın bir münasebet vardır. Hiciv
ve gülünç, aslında yüksek beşeri değerlerin kıymetlerinin düşmesinden doğar.
Akif burada gülüncü, akıl ve ahlak nizamı ile ihtirasların şuursuz ve mekanik
hareketleri arasındaki tezattan çıkarıyor. Hürriyet, aslında yüksek bir
değerdir. Zira, o insanın aşağı bir seviyeden yukarı bir seviyeye çıkması
demektir. Hakiki hürriyet, akli ve ahlaki nizamla çatışmaz. İnsanı aşağı
seviyeye düşüren bir harekete hürriyet adı verilemez. Akif'in şiirinde
insanlar, yüksek zannettikleri bir şey yüzünden aşağı seviyeye düşüyorlar.
Şuursuz, abes, mihaniki hareketler yapıyorlar. İnsanları bu hale gelişi, şairle
beraber bizi de hem güldürüyor (komik) hem kızdırıyor (hiciv) .
Akif, insanların değerlerini kaybedişlerini, müşahhas bir
şekilde göz önüne koyuyor. Şuursuzluk, abeslik ve mihanikilik şiir boyunca
küçük sahneler halinde devam ediyor. Alkış, bilinen bir değerin takdiridir.
Buradakı kalabalık neyi alkışladığını bilmiyor. "Yaşasın -kim yaşasın?-
ömrü olan- şak, şak, şak" : Bu konuşma, şuursuzluk ve mihanikiliği çok
güzel gösterir. Genellikle ciddi, ağırbaşlı, işinde gücünde gördüğümüz halk,
yedisinden yetmişine kadar, zurnaların peşine takılmış, dört keçeli, eli
bayraklı alaylar halinde yürüyor. Niçin?
Bu hareketin de muayyen, vazıh ve değerli bir gayesi yoktur. Bu da bize
gülünç geliyor. Vazifesi, nizam içinde çocukları terbiye etmek olan mektepler,
mektepliler, hürriyet zevkini daha çok anlamalı diye kapatılıyor. Çok ciddi ve
değerli bir müessese olan mektebin böyle abes bir gaye ile kapatılması da bizi
güldürüyor. Eskiden dalkavukça kasideler yazan şairler, şimdi dalkavukluk devri
değil diye ana avrat sövüyorlar. Bu anlayışsızlık ve sukut hali de gülünçlük
doğuruyor. Üç tane yetişmiş kızını
Allah'a havale ederek, "analık ilmi" öğretmek için baldızını Paris'e
götürenlerin mantığa sığmaz hareketlerine de gülmekten kendimizi alamıyoruz.
Bütün bu örneklerde insanlar, şuursuz, aklıselime aykırı, mihaniki hareketler
yapıyorlar.
Akif, şahısları ve hareketleri, abes, mihaniki ve değersiz
gösteren benzetmelerle de bizi güldürüyor. Hürriyete kavuştuğunu sanan
kalabalığın hareketi, tımarhaneyi yıkan delilerin zincirden boşanmasına; köşe
başında nutuk söyleyen hatipler dilli düdüğe; nizam ve rabıta içinde bulunması
gereken şehir Çamlıbel'e benzetiliyor.
Bu komik unsurların yanında, şairin hiddetini ağır
kelimelerle ortaya döktüğü hiciv unsurları da var. Herkesin şuursuzca
konuşması, kör çıbanın neşterle patlamasına, gazetelerin birbirini tutmaz
fikirler neşretmesi ayrılık tohumları ekmeye, fuhuş yapanların hareketi, itlerin
çiftleşmesine benzetiliyor. Bunlardan şairin komikten hicve geçtiğini
görüyoruz. bununla beraber, komik unsurlarda da daima hiciv mündemiçtir. Zira,
burada şairin maksadı güldürmek değil, kötülüğü ortaya koymaktır. Akif'in
komiği ve hicvi, ahlaki bir gaye taşır. Bu tahlillere devam eden vaiz bir ara
dinleyicilerinin ümitsizliğe düştüğünü görünce şu ihtarda bulunuyor:
Ye'se düşmeyecek
zerrece imanı olan,
Sade siz derdi
bulun, sonra kolaydır derman.
Akif, tasvirlerinde didaktik bir gaye gütmekle beraber,
tahlil ettiğimiz parçada görüldüğü üzere, kuvvetli bir komik ve hiciv sanatı
gösteriyor.
Şairin kullanmış olduğu dil ve üslup da esas gayesine ve
parçanın muhtevasına uygundur. Şair (burada vaiz) kalabalığa hitap ediyor.
Kalabalığa hitap etmek için onun dilini, üslubunu, hatta düşüncesini benimsemek
lazımdır. Akif, bütün eserlerinde olduğu
gibi burada da kalabalığın dilini, üslubunu ve zihniyetini benimsiyor. Bu
bakımdan o, başlıca gayeleri, şahsi ve orijinal olmak, yeni ve başka görünmek olan
Servet-i Fünuncularla Haşim'den tamamıyla ayrılır. Akif, kalabalığın sade
kelimelerini değil, deyimlerini, benzetmelerini, ifade, hatta bütün cümlelerini
dahi almaktan çekinmez.
Bir de İstanbul'a
geldim ki; bütün çarşı, pazar
Naradan çalkanıyor,
öyle ya... Hürriyet var!
Vardı aklından o
gün her kimi gördümse zoru
Kimse farkıdan
değil anlaşılan yaptığının
Çamlıbel sanki
şehir; zabıta yok, rabıta yok.
Aksa kan sel
gibi, bir dindirecek vasıta yok.
örneklerinde ve daha başkalarında, Akif'in konuşma dilini,
bütün unsurlarıyla nasıl benimsediği görülüyor. Şaşılacak taraf, onun üslubunun
herkese benzemekle beraber, yine de çok şahsi olmasıdır. Akif, bütün
mısralarında kendi damgasını vurmasını biliyor. Bu da gösteriyor ki, onda
benimseme kabiliyeti kadar, değiştirmek hassası da vardır. bu değiştirmeye bir
örnek olmak üzere şu beyti tahlil edelim:
Ötüyor her taşın
üstünde bir dilli düdük
Dinliyor kaplamış
etrafını yüzlerce hödük,
Halk dilinde de gevezeye "dilli düdük", manasız
konuşmaya "ötmek, aptala "hödük" denir. Fakat bunlar çok ayrı
yerlerde kullanılır ve böyle bir araya getirilmez. Akif, bu tabirleri
Meşrutiyet devrinde sokak başında konuşan hatiplerle, onları dinleyen kalabalığa
tatbik ederek gülünç bir tablo vücuda getiriyor. "Düdük" ile
"hödük"ün birbirine kafiye oluşu gülünç bir tesir yaratıyor. Vezin
değiştirme, bir araya getirme, vezin ve kafiye içine sokma ameliyeleri
tamamıyla Akif'in çalışması ile vukua geliyor. Kolay zannedilen bu iş, hususi
bir mizaç ve kabiliyet ister. Herkese benzer gibi görünen Akif, bu mizaç ve
kabiliyetle, nevi şahsına münhasır bir sanatkar olmuştur.
Mehmet Kaplan
(Şiir Tahlilleri, Dergah Yayınları, s.174-177)
Türkçe Ders Notları ve Ödevleri tüm içeriği by http://turkcedersnotlarim.blogspot.com/ is licensed under a Creative Commons Attribution-Gayriticari-ShareAlike 3.0 Unported License.
Bu lisansın kapsamı dışındaki izinler http://turkcedersnotlarim.blogspot.com/p/hakknda.html adresinde mevcut olabilir.
Türkçe Ders Notları ve Ödevleri tüm içeriği by http://turkcedersnotlarim.blogspot.com/ is licensed under a Creative Commons Attribution-Gayriticari-ShareAlike 3.0 Unported License.
Bu lisansın kapsamı dışındaki izinler http://turkcedersnotlarim.blogspot.com/p/hakknda.html adresinde mevcut olabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder